Harun Yahya

Myanmar'da Müslüman bir kadın olmak




 


Dünya dikkatini daha çok Ortadoğu’daki Şii-Sünni çatışmalarına ya da radikal terör örgütlerinin yaptığı şiddet eylemlerine verirken, eski adıyla Burma, yeni adıyla Myanmar'da vatandaşlığa dahi kabul edilmeyen Rohingya (önceki adıyla Arakan) halkı yıllardır acımasız katliamlara maruz kalıyor. Müslümanların köylerini, evlerini, camilerini ateşe veren, acımasızca kadınlarını çocuklarını öldüren bazı ulusalcı Budist teröristler bölgede kan dökmeye devam ediyor. Zulüm ve şiddet dolu bu savaşın en büyük mağduru ise çocuklar ve kadınlar.

Çağdışı koşullardaki derme çatma kamplarda hayatlarını sürdürmeye çalışan kadınlar bir yandan çocuklarının karınlarını nasıl doyuracaklarını, hastalandıklarında neyle tedavi edeceklerini bilememenin çaresizliğini yaşarken, diğer yandan da kendilerinin ve kız çocuklarının tecavüze uğrayıp köle haline getirilmelerini önlemek için çözüm arıyorlar. Haklarını aramak için yasal yollara başvurduklarında ise linç ediliyorlar. Pek çok genç kızın kendini uçurumdan aşağı atarak veya denize atlayarak intihar ettiği biliniyor.

Dünya ise bu ülkeden yükselen çığlıkları duymamayı ve zulme seyirci kalmayı sürdürüyor. Dünyanın bu tutumu karşısında Myanmar'daki Müslümanların dramatik yaşamları her gün şiddetini arttırarak devam ediyor. Tüm İslami eğitim kurumları ve camiler kapatılıyor, hacca gitmek, kurban kesmek, toplu namaz kılmak ve diğer ibadetler yasaklanıyor. Kanunlara ve insan haklarına aykırı olarak yapılan tutuklamalar ve uluslararası kurumlar tarafından da tespit edilip ispatlanmış olan işkenceler Myanmar yönetiminin gündelik uygulamaları. Kısacası Arakanlı Müslümanların dini hak ve özgürlükleri tamamen ellerinden alınmış ve dinlerini diledikleri gibi yaşama hakları engellenmiş durumda.

Myanmar'da 2012 yılından bu yana meydana gelen ve Arakan eyaletinde yaşayan Müslüman halkı hedef alan şiddet olaylarında 200 kişi öldü, 140 bin kişi evsiz kaldı. On binlerce Müslüman derme çatma teknelerle boğulmayı göze alarak çareyi Tayland, Malezya ve Avustralya gibi komşu ülkelere sığınmakta buluyor. Üstelik canlarını hiçe sayarak atıldıkları bu yolculuk için insan tacirlerine büyük meblağlar ödüyorlar.

Arakanlı Müslümanların en çok yöneldiği ülkelerden biri ise Bangladeş. Dünyanın en yoksul ülkeleri arasında yer alan Bangladeş’te kısıtlı imkanlarla hayatlarını devam ettirmeye çalışan yaklaşık 500.000 Arakanlı bu mülteci kamplarında altyapı, hijyen, sağlık, eğitim, barınma, temiz su, gıda ve kıyafet gibi en temel insani ihtiyaçlar konusunda dahi büyük sorunlar yaşıyorlar. Tüm bu olumsuz koşullara rağmen Arakanlılar yine de Bangladeş’e sığınmaya çalışıyorlar. Fakat Bangladeş de artık Arakanlıları kabul etmiyor.

Bir an için kendinizi bu insanların yerine koyun. Ülkem dediğiniz yerde her türlü zulme uğruyorsunuz, küçük çocuğunuza yedirecek yiyecek, giydirecek giysi bulamıyorsunuz, evladınızın, eşinizin namusunu koruyamıyor, ölüm ve intiharlarına şahit oluyorsunuz. Hiç kuşku yok bu, insanın dünyada hissedebileceği en büyük acılardan biri.

Dünyanın görmezden geldiği bu durumun çok daha hafif bir örneği Batı ülkelerinde meydana geldiğinde ise büyük bir etki uyandırıyor. Elbette ki saldırı karşısında tepki göstermek, saldırılara karşı çıkmak ve saldırıyı bir insanlık suçu olarak dağerlendirmek normaldir. Dolayısıyla Batı'da meydana gelen benzer olaylara tepki göstermek son derece olağandır. Ancak aynı insanların şiddetin en üst boyutuna maruz kalan Arakan Müslümanlarının yaşadıkları zulüm karşısında aynı tepkiyi göstermemeleri ve sessiz kalmaları onlar adına bir utançtır. Belli ki bu insanlar kendi coğrafyalarına çok uzak buldukları, kendileri gibi modern bulmadıkları, etnik kökenleri farklı olduğundan belki de ikinci sınıf gördükleri bu mazlum ve değerli halkı pek umursamamaktadırlar. Oysa zulüm gören insanlara karşı yaklaşım her yerde eşit olmalı ve tüm insanlık zulmün son bulması paydasında birleşmelidir.

Şüphesiz bu noktada Birleşmiş Milletler'e de büyük bir sorumluluk düşmektedir. BM, temel ilkesi olan 'tüm insanların yaşama hakkını garanti altına alacak' tedbirleri bir an önce Myanmar için uygulamalıdır. Tecavüz, işkence, haksız tutuklama, yaralama ve öldürme gibi insanlık suçlarının ortadan kaldırılması için BM tarafından denetimler yapılmalı; evlerinden uzaklaştırılan halkın köylerine geri dönmeleri ve burada güven içinde oturmaları sağlanmalı; bu hukuksuz uygulamaları yapanlar insan hakları mahkemelerinde yargılanmalı; Arakan halkının vatandaşlık hakkını kazanması yönünde bir an önce girişimlerde bulunulmalıdır. Uluslararası medya ise Myanmar’da yaşananları kamuoyuna sunarak vicdanları harekete geçirecek bir yöntem izlemelidir.

Arakanlı Müslümanların ülkedeki tüm diğer vatandaşlar gibi eğitim, sağlık, ilaç ve tedavi gibi kamusal haklardan yararlanmaları ve tüm insani haklara sahip olmaları sağlanmalıdır. Ülkedeki zulüm ve şiddetin merkezindeki Myanmar hükümetinin sevgi temelli bir sisteme geçmesi şarttır. Sevgi ve kardeşlik ruhu Budizm’in özünde de vardır. Myanmar hükümeti bir an önce bu sevgi temelli politikalara geçmeli ve demokrasiye geçiş sürecini hızlandırmalıdır. Yeni siyasi yaklaşımla uluslararası arenada imajı değişecek olan Myanmar yabancı yatırımlara da açık hale gelecektir. Böylece ülke zenginleşecek, tüm Myanmar halkının yaşam standardı yükselecektir.
Arakan halkı Myanmar hükümetinin kendi halkıdır. Bu nedenle hükümetin kendi halkına zulmetmekten vazgeçmesi gerekmektedir. Irkına ve dinine bakmaksızın, zulüm altındaki bu mazlum halkı, yani kendi halkını korumak, onlara sevgi ve kardeşlikle yaklaşmak devlet borcudur. 

 

Adnan Oktar'ın The Hans India ve Burma Times'da yayınlanan makalesi:

 

http://burmatimes.net/being-a-muslim-woman-in-myanmar/

 


http://www.thehansindia.com/posts/index/2015-06-25/Being-a-Muslim-woman-in-Myanmar---159360

 



Masaüstü Görünümü