Harun Yahya

Kutsal Topraklar'da Barışa Giden Yol




Kutsal Topraklar tarihte birçok peygamber ve elçinin yaşadığı müstesna bir bölge. Bu topraklardaki inançlı insanlar iman eden toplulukların diyarında bulundukları için kutsandıklarını düşünerek Allah’a şükreder, kalplerinde sevgi ve coşkuyla bu topraklarda dolaşırlar.

Biz Müslümanlar olarak gelmiş geçmiş tüm peygamberleri benimsiyoruz. Güzel ahlakta mükemmel bir örnek teşkil eden Hz. İbrahim (as)’i takip ediyor, onun soyundan gelen peygamberleri; İshak, İsmail, Yakup, Yusuf, Musa, Harun, Davud, Süleyman, Zekeriya, Yahya ve İsa’yı aşkla seviyor, onlara gelen vahye inanıyoruz.

Müslümanlar, Museviler ve Hıristiyanlar insanlığı imana davet etmek için hayatları boyunca çaba gösteren bu peygamberlerin zamanında çok derin bağlarla birbirlerine bağlı olmuşlardır. Peygamberler tarihi boyunca tüm inananlar merhamet, fedakarlık, affedicilik, sabır ve barış gibi pek çok konuda Allah’tan kendilerine peygamberler vesilesiyle ulaşan tüm mesajları sebat ve kararlılıkla yerine getirmişlerdir.

Temeli böylesine derin ve kıymetli bir ahlakla inşa edilmiş olmasına rağmen günümüzde Kutsal Topraklar'da şahit olduğumuz acı sahneler yürek yakıyor. Yüzyıllardır birarada yaşamış olan insanlar şimdi dostluk ve kardeşlik yolundan saparak çatışmalara girmiş, kanların oluk oluk aktığı bir ortamda düşmanlık ateşiyle kavrulmuş durumda. Saldırıların yaşanmadığı, ıstırabın hissedilmediği tek bir gün bile geçmez oldu. Artık çocuklar oyun bahçelerinde özgür ve güvenli oynayamıyor, inananlar birbirleriyle karşılaşmaktan korktukları için huzur içinde camilerini, sinagoglarını ve kiliselerini ziyaret edemiyorlar.

Oysa böyle bir yaşam tarzı Kutsal Topraklar'a asla yakışmıyor. Teröre, şiddete, korkuya yönelik eğilim bölgede yaşayan bu insanları perişan etmekten başka bir işe yaramıyor. Son yüzyılda çeşitli dinlere mensup vatandaşlardan hayatlarını kaybedenlerin sayısı bunun açık bir kanıtı. Bu savaşlardan, saldırılardan, düzenlenen operasyonlardan dolayı 125 bin kişi hayatını kaybederken, 120 bin kişi yaralandı. Hastaneler savaştan dolayı yara almış ve vücutlarının çeşitli parçalarını kaybetmiş siviller, çocuklar, kadınlar ve yaşlılarla dolu. Evleri, hastaneleri, okulları ve fabrikaları harabeye dönmüş topraklarda kontrol noktaları ve barikatlar yüzünden günlük hayatın rutin faaliyetleri bile yapılamıyor. Artık alışveriş yapmak, işe gitmek, ibadethaneleri ziyaret etmek ve hatta sokakta yürümek bile imkansız.

Savaş ülkenin altyapısını bozarken ekonomiyi berbat ediyor, refah düzeyini düşürüyor. Bu durum zaten büyük sıkıntı içindeki halkın belini daha da büküyor. Elektrik hatları hasar gördüğünden günde 24 saat kesintisiz elektriğe sahip olmak bir hayal. Isınma imkanı hiç yok. Tarım alanları füze ve havan mermileri ile tahrip olmuş durumda.

Tarım mahsulünün yanı sıra hayvancılıkta da zayiat yaşanıyor, sığırlar ve tavuklar bu karışık ortamda telef oluyorlar. Evler ve okullar su ve kanalizasyon alt yapısı gibi en temel ihtiyaçtan mahrumlar. Çamaşır ve kurutma makinelerine sahip olmak hatta günlük olarak temiz kıyafet bulabilmek bile bir lüks haline gelmiş durumda. Halkın sağlığı ciddi şekilde etkileniyor; klinikler yeterli sağlık personeline, tıbbi teçhizata ve gerekli ilaçlara sahip değil.

Dahası, şehirleri birbirinden ayırmak için inşa edilen duvarlar halka düşmanlığı ve ayrımcılığı telkin etmekten başka işe yaramıyor ve süregiden çatışmaya asla çözüm getirmiyor. İnsanları birbirinden ayırıyor, birbirleriyle kaynaşıp kardeş olmalarına engel oluyor. İnanç ve kimlik sebebiyle ayrımcılık duygusu körükleniyor ve korkuyu yüreklerde daim kılıyor.

Tüm bu yaşananların en acı sonuçlarından biri de Kutsal Topraklar gibi bir nimete sahip olmalarına rağmen bugün orada yaşayan halkın Allah’ın kutsal kitaplarında buyurduğu mesajdan uzaklaşmış olmalarıdır. Oysa Tevrat’ta şöyle bildirilir:

 “Adam öldürmeyeceksin. Zina etmeyeceksin. Çalmayacaksın. Komşuna karşı yalan yere tanıklık etmeyeceksin. Komşunun evine, karısına, erkek ve kadın kölesine, öküzüne, eşeğine, hiçbir şeyine göz dikmeyeceksin.” (Mısır’dan Çıkış 20, 13-17)

İncil’de ise şu şekilde bildirilmektedir;

 “… ‘Tanrın Rab'bi bütün yüreğinle, bütün canınla ve bütün aklınla seveceksin.’ İşte ilk ve en önemli buyruk budur. İlkine benzeyen ikinci buyruk da şudur: ‘Komşunu kendin gibi seveceksin.’ (Matta 22, 37-39)

Hepimizin de bildiği gibi ister Musevi, ister Müslüman, ister Hıristiyan olsun bu toprakların tüm sakinleri için izlenmesi gereken en doğru yol birbirlerine sevgi ile sarılmalarıdır. Bu sevgi yolu hepsini birleştirecektir. Yukarıdaki Tevrat ve İncil sözlerinde bahsi geçen komşu sevgisi, içinde iyi ilişkileri, samimiyeti, nezaketli davranmayı, sevgi ve merhametle hareket etmeyi, güzel sözler sarf etmeyi, her konuda hayırlarda yarışarak kalpleri fethetmeyi, fedakarlık, dostluk ve koruma duyguları içinde hareket etmeyi barındırır. Allah bize inananların yolunu seçmemizi emreder. Nefret ve düşmanlığın ağır yükünü sevgi olmadan atamayız. Yaşanan tüm olumsuzluklar sevgisizliğin karanlığından açığa çıkmaktadır.

Yüce Allah, Kuran’da şöyle buyurur:

"İyilikle kötülük eşit olmaz. Sen, en güzel olan bir tarzda (kötülüğü) uzaklaştır; o zaman, (görürsün ki) seninle onun arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki sıcak bir dostun oluvermiştir. Buna da, sabredenlerden başkası kavuşturulamaz. Ve buna, büyük bir pay sahibi olanlardan başkası da kavuşturulamaz." (Fussilet Suresi 34-35)

Kutsal Topraklar'ın insanları peygamberlerin kendilerini davet ettiği yoldan yürürlerse, kutsal kitaplarda kendilerine vadedilmiş kurtuluşa kavuşacaklardır. Ancak sözde siyasi süreçler, yaşanan gecikmeler veya pek de samimi olmayan birtakım girişimlerle daha fazla zaman kaybedileceği unutulmamalıdır. Kurtuluş ancak imanla gelir. Harcanması gereken en temel çaba kesinlikle samimiyetle, tam bir adanmışlık ve kararlılıkla güzel ahlak ve iman yolundan sapmadan olmalıdır. 

Adnan Oktar'ın Morocco World News'de yayınlanan makalesi:

http://www.moroccoworldnews.com/2015/12/174947/the-road-to-peace-in-the-holy-land/

Masaüstü Görünümü