Harun Yahya

Krizdeki Irak



11 Mayıs’ta Irak’ta Şii nüfusun yoğun olduğu Bağdat çevresinde, -Şii dini lider Ayetullah Muhammet Sadık El Sadr’ın vefatından sonra Sadr olarak anılan kent de dahil olmak üzere- birçok yerde patlama yaşandı. Bu patlamalar sonucunda 100 kişi hayatını kaybederken daha fazlası da yaralandı. Ne var ki,  bunun gibi haberler artık sıradan olarak değerlendiriliyor ve yerel ya da uluslararası basının manşetlerinde dahi yer almıyor.

Müslümanlar arasında bitmek bilmeyen bu şiddeti anlamak asla mümkün değil. Bilindiği gibi beş yıldan bu yana Suriye ağır bir iç savaşın içinde bulunuyor. Irak ise 2003 yılında ABD tarafından işgal edildiğinden beri maruz kaldığı sıkıntılarından bir an bile kurtulmuş değil. Yaşanılan şiddet yüzbinlerce Iraklı’nın hayatını kaybetmesine sebep olurken, 1.5 milyon kişinin de evsiz kalmasına yol açtı.

ABD’nin Irak’ı işgal etmesinin sebebi aslında gerçek olmayan bir varsayıma dayanıyordu. Bilindiği gibi Irak’ta “global tehdit statüsünde kitle imha silahları rezervleri olduğu” zannıyla harekete geçilmişti. Ancak daha sonra bu haberin tamamen uydurma olduğu kanıtlandı. Hatta bazı liderler bu hatalı istihbarattan dolayı özür dilediler. Örneğin Tony Blair CNN’e1 verdiği bir röportajda bu konudaki hatalarını şöyle ifade etti:

"Aldığımız istihbarat yanlış olduğu için özür dilediğimi söyleyebilirim. Ayrıca planlamadaki bazı hatalar ve, şüphesiz, rejimi ortadan kaldırır kaldırmaz yaşanacaklarla ilgili anlayışımızdaki hatadan ötürü özür dilerim."

Blair bu açıklamayı yaptı ancak artık olan olmuştu ve yine bir Müslüman ülke büyük acılara maruz kalmıştı. Sonraki yıllarda bu acıları birbiri ardına patlayan yeni bombalar izledi. Araç içinde patlatılan bombalar, intihar bombacılarının eylemleri ve marketlerde yaşanan patlamalar neredeyse günlük bir rutin halini aldı. Şiiler ile Sünniler arasındaki uçurum daha da büyüdü ve iki taraf da birbirine karşı ardı arkası kesilmeyen şiddet eylemleri gerçekleştirmeye başladı. Bugün hala bu felaket tüm şiddetiyle devam ediyor.

Irak’taki Müslümanlar işgal yılları esnasında sadece fiziksel değil aynı zamanda psikolojik baskıya da maruz kaldılar. İşgal kuvvetleri insanlık dışı uygulamalarıyla Müslümanların onurlarını zedelediler, yıllarca insafsızca ve hunharca eziyet ettiler, kitle katliamları yaptılar.

Bundan dolayı akıl sağlığını yitiren ve ölüm makinesine dönüşen bazı Müslümanlar Kuran-ı Kerim’deki ahlakı terk ettiler ve farklı bir İslam anlayışı geliştirerek şiddeti daha da körüklediler. Felaketler ülkesi haline gelen Irak halen de toparlanabilmiş değil, Müslümanlar halihazırda itibarsızlaştırılmaya devam ediliyor.

İşgal kuvvetlerinden askerler, Irak’taki Müslümanların parmaklarını veya kulaklarını kestiler, bunları boyayıp yanlarında Amerika’ya götürerek kendilerine kolyeler yaptılar. Ebu Garib hapishanesinde yaşanılanların ifşası, Müslümanların maruz kaldığı akıl almaz zulmü gözler önüne serdi. Her türlü kötü muamele ve işkenceye maruz kalan Müslümanların yaşadıkları sıkıntılar hala hafızlarda tazeliğini korumaktadır. Özellikle Lynnie England adlı Amerikalı kadın askerin Iraklı bir mahkumun boynundan tasmayla çekiştirdiği korkunç işkence görüntüleri eminim ki pek çok kişinin hafızasındadır. Bu video orada uygulanan zulmün ne boyutta olduğunun anlaşılması açısından önemli bir örnektir.

Ebu Garib hapishanesinin eski sorumlusu olan Albay Janis Karpinski Cezaevi'nin askeri istihbarat tarafından yönetildiğini, taciz ve kötü muamelenin fiilen resmî politika olduğunu ve sorgulamalara CIA ajanlarının da katıldığını belirtmiştir2. Aslında tüm bu vahşetin sadece orada işkence görenleri değil aynı zamanda zorbalığı uygulayanları da ciddi şekilde etkilediğini söyleyebiliriz. 2004’te Ebu Garib’de sorgulama yapmakla görevli Eric Fair’in yıllar sonra dile getirdiği ifadelerini hatırlayalım:

Geçen yıl New York Times’daki yazısında3 “Ben, şu an gurur duyulabilecek biri olabilirdim. Ama değilim. Ben Ebu Garib’te sorgulama yaptım. Ben insanlara işkence yaptım.” şeklinde itirafta bulunan Fair, Senato’nun açıkladığı işkence raporunda geçen, basınçlı su ile sorgulama, bir hafta boyunca uykusuz bırakma ve onur kırıcı muameleler gibi pek çok metoda şaşırmadığını, hatta çok daha fazlasının bulunduğunu belirtmişti. Yazıda Fair sözlerine şöyle devam ediyordu:

“Ama Amerikalıların çoğu raporu okumadı. Ve çoğu asla okumayacak. Yine de o rapor bu ülkenin nasıl bir ülke olduğunu daima hatırlatacak.”

Müslüman gençlerin sosyal medya hesaplarında yer alan, Ebu Garib hapishanesine ait binlerce işkence fotoğrafını inceledim. Bu gençlerin kardeşleri veya babaları şiddetli işkenceye maruz kalmış, kız kardeşleri veya eşlerine tecavüz edilmişti. İslam dünyası bu acıları yaşarken, bazı Müslüman gençler intikam amacıyla bir takım radikal ve saldırgan gruplar kurdular ve birçok kişiyi de bu gruplara katılmaya teşvik ettiler. Araştırmacıların söylediğine göre, IŞİD de, ABD’nin Irak’ı işgal etmesine tepki olarak doğan gruplardan biridir.

Görüldüğü gibi Orta Doğu adeta kaynayan bir kazan gibi. Müslümanlara burada çok önemli bir sorumluluk düşüyor. Öncelikle kendi aralarında savaşmaktan kaçınmaları gerekiyor. Allah’ın Kuran-ı Kerim’le emrettiği şekilde birbirlerine merhametle yaklaşmaları, tüm İslam dünyasını korumak amacıyla birlik oluşturmaları da çok önemli. Böyle güçlü bir birlik en başta caydırıcı bir güç olarak ortaya çıkacak ve bu durumda tek bir Müslümanın kılına dahi zarar vermeye niyetlenenler, iki kere düşünecekler ve bundan vazgeçeceklerdir. Radikalizmi bitirmenin ve global barışa kavuşmanın tek yolu budur.

Bugünlerde Irak siyasi, ekonomik ve askeri anlamda kriz yaşamaya devam ediyor. Ülkenin böyle bir açmazda olmasının tek sebebi zayıf yönetim ya da yozlaşma değil. Petrol fiyatlarındaki dramatik düşüş veya iç göç gibi sebepler de bu duruma etki ediyor. Irak’ın ekonomisi büyük ölçüde petrole bağımlı olduğundan ister istemez bir kriz yaşanıyor.

Fiyatların düşmesi ve petrol boru hatları ile alt yapının ciddi zarar görmüş olması petrol gelirindeki azalmanın sebepleri arasında. Irak’taki ham petrol üretimi artık günde 4.5 milyon varili geçemiyor. Hükümetin siyasi anlamda daha fonksiyonel hale gelebilmesi için radikal reformlar yapılmasına acil ihtiyacı var. Ancak ülke içindeki mezhepsel çatışmalardan ve bazılarının “beyaz darbe” olarak nitelendirdiği, Ayetullah Muhammet Sadık El Sadr'ın 4. oğlu Mukteda El Sadr’ın barışçıl protestolarından dolayı bunun bir gecede yapılması pek mümkün gözükmüyor.

Ülkede tüm bu yaşananlar bir an önce harekete geçilmesi gerektiğini açıkça ortaya koyuyor. Atılması gereken ilk adım ise mezhepsel kota sisteminin kaldırılması ve Sünnilere, Şiilere ve Kürtlere eşit muamele eden geçici bir hükümetin kurulmasıdır. Abadi, Sadr ile işbirliği yapmalıdır zira her ikisi de mezhepsel kota sisteminin yanlışlığını vurgulamaktadır. Ayrıca komşuları Türkiye ve İran, Irak’a destek vermeye her zaman hazırdırlar. Her iki ülke de mezhep ayrılıkları konusundaki endişelerini dile getirmiş ve İslam dünyasına yaptığı etkiye dikkat çekmişlerdir.

Bununla bağlantılı olarak İran Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Hüseyin Cabir Ensari, Irak’ın içinde bulunduğu sorunların çözülmesi için gereken arabuluculuğu İran’ın yapmaya hazır olduğunu bildirmiştir. Irak’ta kurulması aciliyetli olan bu geçici hükümet tüm mezhepleri bağrına basıp sağlıklı bir biçimde ülkeyi yönetmeye başladıktan sonra bağımsız ve adil seçimlerin yapılması da mümkün olacaktır. Siyasi anlamda fonksiyonel, yolsuzluktan arınmış bu hükümetin politikacıları tüm etnik ve dini grupların temsilcilerinden oluşmalıdır. Ancak böyle bir durumda uluslararası yatırımcılar Irak’a yönelik yatırım yapmakta kendilerini daha güvende hissedecek ve ülkenin ekonomisinin kalkınması için önemli bir fırsat elde edilmiş olacaktır. 

1- www.cnnturk.com/dunya/eski-ingiltere-basbakani-blair-ozur-diledi
2- www.evrensel.net/haber/76482/irakta-ikinci-ebu-garib-vahseti
3- www.nytimes.com/2014/12/10/opinion/the-torture-report-reminds-us-of-what-america-was.html?_r=0

Adnan Oktar'ın Tehran Times'da yayınlanan makalesi:

http://tehrantimes.com/news/402649/Iraq-in-the-midst-of-crisis

Masaüstü Görünümü