Harun Yahya

Erdoğan’ın Putin ziyareti neyi simgeliyor



600 yıllık Osmanlı geleneğinden gelen Türkiye Cumhuriyeti, 20. yüzyılın başlarında kuruldu. Kurulduğu günden bu yana, daima Doğu ve Batı cephesinin kesişme noktasındaydı. Ne zaman Batıya yönelse Doğu’nun, ne zaman Doğu’ya yönelse Batı’nın tehdidini kapısında hissetti.

1923 yılında Yeni Türkiye’nin bağımsızlığını belgeleyecek olan Lozan görüşmeleri kesintiye uğradığında, İngiltere’nin baskısı altında kalan Türkiye, Rusya’ya yakınlaşmıştı. Lozan masasındaki Türkiye için bu yakınlaşma Avrupa’ya karşı elini güçlendiren bir unsur, Batı için ise bir tehditti. Fakat İngiltere’nin başı çektiği Batı, aynı zamanda stratejik öneme sahip Türkiye’nin “elden gitmemesi” gerektiğini düşünüyordu.

1946’da çok partili dönemin hemen sonrasında Doğu’ya yöneliş, artık Türkiye için oldukça riskliydi. Doğu’yla dostluk anlaşmalarına yönelen, ticaretini veya askeri işbirliğini güçlendiren her Türk hükümeti, dış tehditlerle ve en nihayetinde dış destekli darbelerle karşılık buldu. Soğuk savaş dönemi en fazla Türkiye’yi etkilemiş, iki kutbun tam ortasında, hatta kesişme noktasında bulunan Türkiye, müthiş bir risk altında kalmıştı. Rusya, Batı tehdidi karşısında Boğazları elde etmenin en etkili yol olacağını düşünmekte ve Türkiye’yi saldırı hattının içine dahil etmekteydi. ABD, muhtemel bir Rusya-Türkiye yakınlığından dolayı dehşete kapılmıştı ve boğazların hakimiyetini elde etmiş bir Rusya’nın büyük bir tehlike olacağına inanıyordu. Türkiye’nin NATO’ya girişi, Soğuk Savaş’ta Türkiye’nin konumunu netleştirirken, iki kutuplu dünyayı daha fazla uçlara ayırmıştı.

20. yüzyıl, dünya savaşlarından çıkmış ülkelerin kontrolsüz hale geldiği, müthiş bir akıl tutulmasının yaşandığı, sapkın ideolojilerin etkisiyle şiddet belasının içine gömüldüğü dehşetli bir yüzyıldı. İçinde bulunduğumuz yüzyılda, bu dehşeti farklı açılardan yaşıyoruz belki. Ama dünyada hemen herkes, artık, kutuplara ayrılmış bir dünya modelinin bizi daha iyiye götürmeyeceğini çok iyi anlamış durumda.

Bunu kavramış ülkelerden biri de Türkiye. Şu anda Soğuk Savaş yok; dolayısıyla Türkiye, biri istiyor diye diğerine cephe almak zorunda değil. Çoğu insan, Türkiye’nin NATO üyeliğini, bir Batı paktının üyeliği olarak yorumluyor olabilir. Bu doğrudur; NATO temelde bir Batı paktıdır. Fakat böyle olmak zorunda değildir. Keza NATO, barışı tesis etmek amacıyla kurulmuştur. Şu durumda, Doğu’yu da içine alıp bu güzergahta bir istikamet belirlemesi daha güzel olur. Yıllar önce belirtmiştik: Eğer Rusya da NATO’nun bir üyesi haline getirilseydi, dünya çok daha barışçıl bir yer olurdu. Fakat nedense bir kısım reelpolitik çıkarlar, dünyanın hala iki farklı cephe olarak kalmasını gerektiriyor. Bu da, daima belaların kapısını açıyor.

Türkiye’ye dönecek olursak, NATO üyeliği elbette önemli bir faktör. Fakat artık bugün, NATO’nun Türkiye’ye, Türkiye’nin NATO’ya olandan daha fazla ihtiyaç duyduğu kesin. Şu durumda hiçbir tarafın, Türkiye’yi “bu tarafa yönel” diyerek zorlayacak bir durumu yok.

Konuyu Türkiye-Rusya yakınlaşması açısından değerlendirecek olursak şu önemli gerçekle karşılaşırız: Türkiye, Rusya ile uzun zamandır devam eden dostluğunu pekiştirirken, NATO’ya ve Batı ittifakına hiçbir zaman sırtını dönmedi. Darbe girişimi sırasında Türkiye’yi ilk arayan ülke olan Rusya’yla yakınlaşma kuşkusuz daha da artacak, son görüşmelerin yansıttığı kadarıyla dostluk ilişkileri daha hızlı pekişecek. Bu yakınlaşma, Türkiye’nin büyük bir kazancıdır ve Rusya, bundan önce olduğu gibi bundan sonra da Türkiye’nin müttefiki olacaktır.

Fakat bunlar olurken Türkiye, aynı zamanda Batı ittifaklarını da güçlü tutmaya devam edecektir. Çünkü Türkiye, içinde bulunduğumuz bu yüzyılda, artık kutuplaşmaların değil ittifakların gerçek çözüm yolu olduğunu anlamış bir ülkedir. Yaşadığımız dehşetli darbe girişimi, çözümlerin çıkarlarda değil dostluklarda yattığını bir güçlü şekilde hatırlatmıştır. Kutuplaşmaların zaman zaman kendini hissettirdiği Türkiye’de, sadece bir gecede böylesine büyük bir birlik havasının oluşması bunun en önemli delilidir. Türkiye bu birlik ruhunu, komşularıyla ve müttefikleriyle de devam ettirecektir. Türkiye’nin müttefikleri, kimi zaman birbirleriyle uzlaşamayan veya birbirlerini tehdit olarak gören ülkelerden oluşabilir. Fakat bu, Türkiye’nin bu ülkelerle müstakil dostluğuna hiçbir zaman engel değildir. Dolayısıyla St. Petersburg’da iki liderin el sıkıştığı o güzel görüntüler, Batı’ya tavır almış bir Türkiye’nin değil, Doğu ile de Batı ile de dost olabilen bir Türkiye’nin portresini çizmiştir.

Rusya ve Türkiye yakınlaşmasının Suriye açısından önemli sonuçlar doğuracak bir atılım olduğunu da burada ayrıca hatırlatmak gerekmektedir. Rusya ve Türkiye, geçmişten beri Suriye konusunda farklı fikirlerde olmalarına rağmen uzlaşmayı başarmış iki ülkedir. Ancak geçen haftaki görüşmede fikir birliği olmuş, Suriye ile ilgili olarak iki taraf da “toprak bütünlüğü”nün önemine özellikle vurgu yapmışlardır. Bu, ortak bir paydadır. Bu payda üzerinden harekete geçilmesi, Suriye konusunda önemli kararların alınmasına, ortak bir birliktelik kurulmasına imkan tanıyabilecektir. İşte bu noktada Türkiye’nin NATO üyeliği büyük bir önem arz etmektedir. Batı ve Doğu dünyasının köprüsü konumundaki Türkiye, Suriye konusunda atılacak adımların arabulucusu olabilir. Ortadoğu’nun değerli ülkelerinin birlik halinde desteği de, bu çözümde önemli rol oynayacaktır.

Dostluk güzeldir. Bir ülkenin diğeriyle dostluğu üzerine politik krizler yaratmak, reelpolitiğin soğuk ve sevgisiz dünyasına ait izahlardır. Dünya siyaseti ve medyası artık bu bakış açısını bırakmalıdır. Yaşanan acıların çapı artık çok genişlemiş ve büyümüştür. Bunlara çözüm, devletlerin çıkar öncelikleriyle değil, sevgi birliği ve güçlü ittifaklarla mümkün olabilir.

Adnan Oktar'ın Arab News & Diplomacy Pakistan'da yayınlanan makalesi:

http://www.arabnews.com/node/972571/columns

http://www.diplomacypakistan.com/articles/turkeys-improved-ties-with-russia/


Masaüstü Görünümü