Harun Yahya

Silahların değil fikirlerin konuşması zamanı geldi



11 Eylül önemli ama bir o kadar da olumsuzluklarla dolu bir dönemin başlangıcıydı. Bugüne kadar 11 Eylül’ün terörle mücadele konusunda dönüm noktası olduğu üzerine binlerce analiz yazısı hazırlandı. Siyasi analizciler “Terör ile Savaş” konseptinin radikalizm ile mücadelede yeni bir dönem başlattığını anlattılar ancak eksik kalan bir yön vardı. Şiddetin teröre çözüm olmayacağı hiç anlatılmadı...

 O gün yaşanan travma Amerikan devletinin terörizme şiddete yönelerek cevap vermesine sebep oldu. Afganistan’ın işgaliyle başlayan bu dönem ABD’ye trilyonlarca dolar ve on binlerce cana mal oldu. “Terör operasyonu” adı altında yapılan şiddetli saldırılar sonucunda İslam aleminde 5 milyona yakın insan can verdi. ülkeler bölündü, şehirler yıkıldı. 11 Eylül 2001 tarihinden bugüne kadar geçen 15 sene ise dünyaya sadece kan ve şiddet getirdi.

Akan bunca kana ve harcanan milyonlarca dolara rağmen dünya 2001’e göre daha tehlikeli bir yer, dünyada daha fazla terörist var ve şiddet daha yaygın  durumda. Terörle savaş adı altında yok edilmeye çalışılan radikalizm ise çok daha geniş bir taban bulmuş durumda. Üstelik son dönemde Müslüman dünyasında ABD karşıtlığı da zirve yaptı hatta dünyada Amerikan rüyasının sona ermekte olduğu konuşuluyor.

ABD terörle olan savaşında tüm teknolojik imkânlarını seferber etti. Savaş uçakları, tanklar, savaş gemileri, füzeler, ağır ve hafif silahların her türlüsü mücadelede kullanıldı. Uluslararası koalisyonlar kuruldu. Dünyanın dört bir yanından yüzbinlerce asker ve en modern ordular  bu savaşa destek verdiler. Fakat tüm bu tam güç saldırılara rağmen kalıcı bir askeri başarıdan bahsetmek hala imkansız.

Terörizm ile mücadele sadece sahada askerler ile de yapılmadı. Savaş dışında siyaset, ekonomi ya da medya üzerinden ülkeler baskı altına alındı. Soros’tan, Huntignton’a Friedman’dan Fukuyama’ya dünyanın en çok kabul gören sosyal bilimcileri çıkış yolu bulmaya çalıştılar. Dünyanın en etkili düşünce kuruluşları, üniversiteler, gizli servisler, AB ve ABD’nin kurumları terörü sona erdirecek politikalar geliştirmek için uğraştılar. Ancak bu da bir sonuç getirmedi hatta yanlış politikalar sonucunda Müslümanların çoğu “radikal, laik, gelenekçi, ılımlı” gibi sınıflar altında fişlendi.

Müslüman ülkeler de benzer şekilde sınıflandırılıp ambargolar uygulandı. Masum halklar baskı altına alındı. Tüm bu olumsuz gelişmeler sonucunda Batı dünyası da 90’larda hayal bile edilemeyecek totaliter toplumlara dönüştü. Örneğin Fransa’da Müslüman olduğu için insanlara yemek servis edilmedi. ABD başkan adayı Müslümanları ülkeye almamaktan bahsedebildi. Müslüman ve göçmen karşıtı söylemler sonucunda İngiltere AB’den çıkma kararı aldı. Halihazırda birçok AB ülkesi aşırı milliyetçilik ile başa çıkmaya çalışıyor.

Müslüman dünyası da bu karşılıklı nefret ortamının etkisinde kaldı. Batı karşıtlığı her geçen gün daha da arttı. Avrupa’daki Müslüman gençlerin birçoğu İslam alemini korumak adı altında evlerini, ailelerini bırakıp radikal örgütlere katılmaya başladılar.

Yunanistan'da 17 Kasım, Almanya'da RAF, İspanya'da ETA, yine Almanya'da neo-Naziler, İtalya'da Kızıl Tugaylar ve daha pek çok örgüt terör ve şiddet yöntemiyle hedeflerine ulaşmaya çalışmakta, hiçbir suçu olmayan, savunmasız insanları vahşice katletmektedirler. Ülkemizin güneydoğusunda da Marksist ve Stalinist terör örgütü PKK 30 yılı aşkın süredir terör eylemleri gerçekleştirmektedir ve onbinlerce insanımızı şehit etmiştir. Gelişen ve değişen dünya koşulları ile birlikte terörizm de değişiklik göstermekte, yüksek teknolojiye bağlı olarak elde ettiği yeni imkanlarla etkisini ve gücünü her geçen gün artırmaktadır.

Dünya bir süredir adeta toplu bir cinnet sarmalına kapılmış, kontrolsüzce şiddet uçurumuna doğru yuvarlanıyor gibiydi. Bugüne kadar uygulanan tüm modeller sonuç vermediği gibi aksine dünyayı geri dönüşü çok zor yollara soktu. Batı ve Doğu toplumlarının arasına nefret tohumları ekildi. Ancak artık hem Batı hem de Müslüman dünyasında aklıselimin hakim olması ve itidal ve barış çağrılarının yükselmesi zamanı geldi.

Terörün hiçbir şekli, hiçbir şartta kabul edilemez. Özellikle bir insan öldürmeyi bütün insanları öldürmekle eşit sayan İslam dinini terör ile ilişkilendirmek yüzyılımızın belki de en korkunç trajedilerindendir. Fakat terör, ne sokaklarda protesto yürüyüşleri düzenlemekle, ne Devlet Başkanlarının kınamalarıyla, ne de sadece “İslam barış dinidir” deyip geçmekle ortadan kalkmaz. İslam’ın barış dini olduğu gerçeği Kuran’dadır ve bu gerçeğin ısrarla, tüm delilleri ve açıklamalarıyla, eğitimle dünyaya ilan edilmesi; İslam dünyasının hurafelerden arındırılması gerekmektedir. Bu konuda Batı’nın desteği elbette önemlidir, fakat bunu asıl yapması gerekenler Müslümanlardır.

Adnan Oktar'ın Gulf Times'da yayınlanan makalesi:

http://www.gulf-times.com/story/512437/Years-of-bloodshed-and-violence

Masaüstü Görünümü