Harun Yahya

Türk-Rus Yakınlaşması



Türkiye’nin Rusya ile ilişkilerin normalleşmesi ve ardından yaşanan 15 Temmuz darbesi ile birlikte Türk ve Rus hükümetleri bir ittifak arayışına girdiler. Her iki ülke başta Karadeniz ve Suriye olmak üzere bölge sorunlarında ortak stratejiler geliştirmeye başladılar. Taban bulmasının ardından bu ittifakın İran, Azerbaycan hatta Pakistan’ı bile içine alabileceği konuşuluyor. Nitekim İran bu konuda adımlar atmaya başladı ve ilk olarak Hamedan hava üssünü Rus uçaklarının kullanımına açtı.

Bölge sorunlarına ancak bölge insanlarının cevap bulabileceğini öngören bu ittifak dünyanın özlemini çekmekte olduğu barış ortamını sağlayabilecek değerli bir adımdır.Ancak Rus ve Türk milletlerinin yakınlaşmasında bu bir ilk değildir. İki devlet 1833’deki Hünkâr İskelesi Anlaşması ile ortak savunma ittifakı imzalamışlardır. Sultan 2. Mahmut ve Rus Çarı 1. Nikola’nın bu anlaşmayı gerçekleştirmelerinin amacı, üçüncü ülkelerin oyunlarını durdurabilmekti. Anlaşmaya göre taraflardan herhangi birisi askeri yardım isterse diğeri tüm imkânları ile yardım edecekti. Anlaşmanın gizli maddesine göre de savaş halinde Osmanlı Devleti Çanakkale Boğazını Rus gemileri hariç tüm savaş gemilerine kapatacaktı.

Bu anlaşma Mehmet Ali Paşa İsyanı’nda Rusların Osmanlı’ya verdiği destek sayesinde gerçekleşti. Rus ordusu 2. Mahmut’un isteği üzerine isyanı bastırmaya yardım etti. O ana kadar Osmanlı ordusu karşısında askeri başarılar elde eden Mehmet Ali Paşa, Rus ordusu ile savaşmayı göze alamadı ve barış imzalanarak ayaklanma sona erdirildi. İttifaktan alınan bu olumlu sonuç ile iki lider işbirliğini resmileştirmeye karar verdiler.

Hünkâr İskelesi Anlaşması ile taraflar birbirlerinin güvenliğini teminat altına aldılar. Ancak anlaşma gizli olmasına rağmen Avrupalı devletler, İngiliz büyükelçisi Ponsonby sayesinde anlaşmanın detaylarına ulaşmayı başardılar. İngiltere ve Fransa hemen anlaşmayı protesto ettiler. Bir İngiliz donanması da İzmir önlerine geldi. Osmanlı Devleti bu tepkiler sonrasında geri adım atmak zorunda kaldı ve İngilizlerle ağır ekonomik şartlar içeren Baltalimanı Anlaşmasını imzaladı. Avrupa devletlerinin savaş tehdidinde bulunmaları ve siyasi baskılarıyla birlikte bu anlaşma 1840’taki Londra anlaşması ile ortadan kalktı.

Tarihte iki ülke arasındaki savaşlara baktığımızda da yabancı parmağının varlığı açıkça görülmektedir.  Her defasında iki ülkenin arası bilinçli ve organize bir şekilde açılmış ve savaş bir çözüm gibi sunulmuştur. Casuslar, diplomatlar, hain askerler, çift taraflı çalışan siyaset adamları, kiralık kalemşörler uzun yıllar kendi menfaatlerini ülkelerinin menfaatlerinin üstünde tutmuşlardır. Bu  oyunlar nedeniyle iki komşu millet birbirlerini kırarken bir başka ucundakiler de bu savaşlardan menfaatlenmişlerdir.

Rusya ile Osmanlı’nın yakınlaşmasına bir örnek de Abdülaziz dönemidir. 2. Mahmut’un oğlu Sultan Abdülaziz de Rusya’yı yakın bir dost ve müttefik olarak gördü ve bir kez daha yakınlaşma dönemi başladı. İstanbul’daki Rus büyükelçisi Ignatiev bu dostluğun aracısı olmuştu. Ancak bu yakınlaşma sonunda da İngiliz yanlısı bir cunta darbe yapıp Sultan Abdülaziz’i devirdi. İktidara gelen Mithat paşa, İngiliz Said paşa ve yeni sultanın politikaları sonucunda Osmanlı Devleti ve Rusya savaşa girdi. Savaş sona erdiğinde 250 bin kişi can vermişti.

Buna benzer ayak oyunları 18 ve 19. yüzyıldaki toplam 6 savaşta da devam etti. Örneğin İngilizlerin başını çektiği bazı Avrupa devletleri savaşlarda kimi zaman Osmanlı’nın yanında Ruslarla, kimi zaman da Rusların yanında Osmanlı ile savaştılar. Savaşa ön ayak olan, kışkırtan, tahrik eden, provoke eden bu güçler barış antlaşmalarının da arabulucusu oldular. Kağıt üzerinde savaşın kazananı kim görünürse görünsün gerçekte kaybeden hep her iki taraf oldu. Masumlar can verdi, şehirler yıkıldı. Nihayetinde ise iki imparatorluk da bu gibi ayak oyunları sonucunda tarih sahnesinden çekildiler.

20. yüzyılda da Türkler kuzey komşusu Rusya’dan hep dostluk görmüştü. Örneğin Sykes-Picot anlaşmasını ortaya çıkaran Ruslardı. Kurtuluş Savaşımız sırasında Rusya’dan silah ve para yardımı aldık. Hatta bu desteğe teşekkür maksatlı iki generalin heykeli dikildi ve İstanbul’un kalbindeki Taksim Anıtı’na iki ünlü Rus asker General Frunze ve Mareşal Voroshilov bağımsızlık savaşını kazanan kadrolar arasında yer aldı. Yine Cumhuriyet döneminde gerçekleştirilen birçok sanayi hamlesinin arkasında Rus desteği vardı. Bu dostluk, savaştan yıkık çıkan Anadolu’nun yeniden refaha kavuşmasını hızlandırdı. Ne var ki tarihte yaşananların bir benzeri genç Cumhuriyetimizin de başına geldi. Türkiye ne zaman Rusya ile yakınlaşmaya başlasa iç karışıklıklar ve ardından gelen askeri darbelere maruz kaldı. Rus ve Türk milletlerinin dostluğunun bazı kişilerin hoşuna gitmediği çok açıktı.

Kaldı ki 20. Yüzyıl her iki millete derin acılar getirdi. Rus ve Türk toprakları işgal edildi, parçalandı ve paylaşılmak istendi. Fakat iki yiğit millet bu planlara yol vermedi. Canını verdi, kanını akıttı ama vatanını teslim etmedi.  

21. yüzyılda ise Sayın Erdoğan ve Sayın Putin’in liderliği ile iki ülke ticari, ekonomik ve siyasi olarak adı konmamış bir ittifak yaşamaya başladılar. Mega projeler ardı ardına açıklandı. Ortak şirketler ve dostluklar kuruldu. Rus ve Türk halkları dost ve kardeş olmanın konforunu sürdüler. Aralık 2015’te yaşanan Rus savaş uçağının düşürülmesi gibi elim bir olay bile bu kadim dostluğun önünü kesemedi. Aksi yöndeki olumsuz yoğun iç ve dış baskıya rağmen Türkiye ve Rusya normalleşme sürecine girdi ve ilişkilerini geliştirmeye kaldıkları yerden devam ediyorlar. Bu sayede iki devletin ortak hareket etmesinin önünde hiçbir engel kalmamış oldu. Bu dostluk ortamının sağlanmasında Başkan Putin ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın gösterdiği özverili emeğin hakkını da vermek gerekiyor.

Şu gerçek unutulmamalıdır ki tarihte büyük medeniyetler kurmuş imparatorluklar hiçbir zaman tam anlamıyla yok olamazlar. Nitekim bugün iki devlet de bölgelerinde hala büyük bir güç ve etki sahibidirler. Kaldı ki Rus Devleti birçok İslam devletinden daha fazla Müslümana ev sahipliği yapmaktadır. 20 milyonluk bu Müslüman nüfus her iki ülkenin ortak kardeşlerinden oluşmaktadır. Bu muazzam güç potansiyeli düşünüldüğünde halihazırda savaş ve kargaşa yaşanan bölgelere barışı getirebilecek yegane gücün de Rus-Türk ittifakı olduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla bu ittifak savaşlardan beslenen bazılarının hedefi konumundadır. Bizlere yani 230 milyon Rus ve Türk’e düşen ise var gücümüzle ortak mücadelemize sahip çıkmak, aramızdaki birliği artırmak için çalışmaktır.

Adnan Oktar'ın Pravda'da yayınlanan makalesi:

http://www.pravdareport.com/opinion/columnists/05-10-2016/135785-turkey_russia-0/

Masaüstü Görünümü