Harun Yahya

Teröre karşı tüm insanlar birlik olmalıdır


Dünya terör ile asırlardır içiçe yaşamaktadır. Eylemler ülkeden ülkeye farkllılık gösterse de tüm terör örgütleri savunmasız sivilleri hedef almakta, mesajlarını bu insanlar üzerinden göndermektedirler.
ABD Oklahoma’daki terörist saldırıda 19’u çocuk 167 kişi vahşice
katledildi.
 
Filistin’de camide namaz kılan Müslümanların üzerine kurşun yağdıran fanatik bir Yahudi 29 kişinin ölümüne sebep oldu.
 
Hindistan’da Müslümanlara yönelik saldırılarda yıllardır binlerce masum insan hayatını yitirdi.
 
Fransa’da, İspanya’da, Filipinlerde, Japonya’da, İrlanda’da yıllardır büyüklü küçüklü terörist saldırılar gerçekleşmektedir.
 
Bu örneklerin sayısını artırmak mümkündür. Ancak tüm dünya terörün gerçek yüzüyle 2001 yılında tanıştı. Amerika Birleşik Devletleri'nin iki büyük kentine düzenlenen ve binlerce insanın ölümüne ve yaralanmasına neden olan saldırıların ardından 'terörizm' kavramı yeniden tartışılmaya başlandı. Çünkü bu saldırı, hiç beklenmedik bir zamanda, dünyanın tek süper gücü olarak kabul edilen çok güçlü bir ülkeye karşı ve hiç tahmin edilmeyen bir şekilde gerçekleşti. Saldırı başta Amerika olmak üzere tüm dünyada büyük bir korku ve panik havası meydana getirdi.
 
Bu saldırının ardından 2 yıldan uzun bir zaman geçti ve bu süre içinde ABD teröre karşı büyük bir mücadele başlatı. Bu mücadelede birçok ülke Amerika’nın yanında yer aldı, yapılan mücadeleye destek verdi. Terörün odaklarının kontrol altına alındığı düşünüldüğü sıralarda ise dünya İstanbul’da arka arkaya patlayan bombalarla, terörün karanlık yüzünü tekrar hatırladı: önce sinagoglar, ardından da İngiliz konsolosluğu ve HSBC’nin genel müdürlük binası...
 
Yüzyıllardır kesintisiz devam eden Cumartesi duası 15 Kasım sabahı patlayan bombalarla kesintiye uğradı. Beyoğlu Kuledibi'ndeki Neva Şalom Sinagogu ile Şişli'deki Beth İsrael Sinagogu'ndaki patlamalarda 24 kişi hayatını kaybederken 300 kişi de yaralandı. İngiliz Konsolosluğu'na ve HSBC binasına yapılan saldırılarda da onlarca kişi hayatını kaybederken yüzlerce kişi de yaralandı.
Televizyonlarda 11 Eylül saldırıların ardından yayınlanan görüntülerin benzerleri yer almaya başladı. Yıkılmış binalar, korku içinde koşuşturan insanlar, yanmış otomobiller, yerlerde yatan cesetler...
 
Bu yazıda özellikle vurgulamak istediğimiz husus İslam dininin terör saldırılarına, masum insanların öldürülmesine bakış açısıdır. Her tür terörist saldırı İslam dininde şiddetle lanetlemektedir. İslam dinine göre suçsuz bir insanı öldürmek çok büyük bir günahtır ve masum bir insanı öldüren kişi ahiret hayatında çok büyük bir azapla karşılık görecektir:
 
... Kim bir nefsi, bir başka nefse ya da yeryüzündeki bir fesada karşılık olmaksızın (haksız yere) öldürürse, sanki bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de onu (öldürülmesine engel olarak) diriltirse, bütün insanları diriltmiş gibi olur. Andolsun, elçilerimiz onlara apaçık belgelerle gelmişlerdir. Sonra bunun ardından onlardan birçoğu yeryüzünde ölçüyü taşıranlardır. (Maide Suresi, 32)
 
Yukarıdaki ayette de görüldüğü gibi, Kuran'da masum bir kimseyi öldürmek, tüm insanları öldürmekle bir tutulmaktadır. Kuran'da insan hayatına verilen önem Furkan Suresi'nde şu şekilde bildirilir:
 
Ve onlar, Allah ile beraber başka bir ilaha tapmazlar. Allah'ın haram kıldığı canı haksız yere öldürmezler ve zina etmezler. Kim bunları yaparsa 'ağır bir ceza ile' karşılaşır. (Furkan Suresi, 68)
 
Allah bir diğer ayetinde ise insanlara şu şekilde emretmektedir:
 
De ki: "Gelin size Rabbinizin neleri haram kıldığını okuyayım: O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın, anne-babaya iyilik edin, yoksulluk-endişesiyle çocuklarınızı öldürmeyin. -Sizin de, onların da rızıklarını Biz vermekteyiz- Çirkin-kötülüklerin açığına ve gizli olanına yaklaşmayın. Hakka dayalı olma dışında, Allah'ın (öldürülmesini) haram kıldığı kimseyi öldürmeyin. İşte bunlarla size tavsiye (emr) etti; umulur ki akıl erdirirsiniz." (Enam Suresi, 151)
 
Allah'a samimi bir kalple iman eden, O'nun ayetlerini titizlikle uygulayan ve sonsuz ahiret azabından korkan bir Müslüman tek bir insana bile zarar vermekten sakınır. Çünkü Allah'ın sonsuz adalet sahibi olduğunu ve her yaptığının karşılığını mutlaka alacağını düşünür. Peygamberimiz (sav) bir hadisinde Allah'ın hoşnut olmadığı insanları şu şekilde saymıştır:
 
Harem (Kutsal bölge) içinde zulüm ve haksızlık eden, cahiliye adetini arzulayan ve haksız yere insan kanı akıtmak isteyen olmak üzere üçtür. (Buhari, Rudani, Büyük Hadis Külliyatı Cem'ul-fevaid, cilt 5, No: 9704, İz Yayıncılık, İstanbul, s.324)
 
Üzerinde durmak istediğimiz bir diğer husus ise sinagoglarında ibadet etmekte olan dindar Musevi vatandaşlarımıza yönelik eylemdir.
Kiliseler, sinagoglar, camiler bir ve tek olarak Allah’a ibadet edilen evlerdir. Masum insanların kiliselerinde, sinagoglarında ya da camilerinde Allah’a ibadet edilirken öldürülmeleri Allah katında büyük bir suçtur. Çünkü buralar Allah’ın adının anıldığı, yüceltildiği ve zikredildiği evlerdir.
Allah Nur Suresi’nde şu şekilde buyurmaktadır:
 
...Allah, kimi dilerse onu Kendi nuruna yöneltip-iletir. Allah insanlar için örnekler verir. Allah, herşeyi bilendir. (Bu nur,) Allah'ın, onların yüceltilmesine ve isminin zikredilmesine izin verdiği evlerdedir; onların içinde sabah akşam O'nu tesbih ederler. (Nur Suresi, 35-36)
 
Oraya giden insanlar Allah’a dua eden, dindar kimselerdir. Allah’ın adının anıldığı tüm evler ise İslam dininde kutsaldır. Bu evlerin ziyaretçileri
Yahudi, Hıristiyan ya da Müslüman olabilir. Ama önemli olan herbirinin Allah’a iman eden, dindar kimseler olmalarıdır. Müslüman, kitap ehlinin Allah'a ibadet ettikleri kutsal yerlerine saygılı davranmalı, bu mabedleri korumalıdır. Bu yerler ister Hıristiyanlara, ister Yahudilere ait olsun, içlerinde Allah'ın ismi anıldığı için Müslümanlar için de değerlidir ve tüm iman edenler tarafından korunmalıdır. Kuran'da kitap ehlinin ibadet yerleri olan manastır, kilise ve havralardan Allah'ın koruduğu ibadet mekanları olarak söz edilir:
 
... Eğer Allah'ın, insanların kimini kimiyle defetmesi olmasaydı, manastırlar, kiliseler, havralar ve içinde Allah'ın isminin çokça anıldığı mescidler, muhakkak yıkılır giderdi. Allah kendi (dini)ne yardım edenlere kesin olarak yardım eder. Şüphesiz Allah, güçlü olandır, aziz olandır. (Hac Suresi, 40)
 
Peygamberimiz Allah'ın emirlerine bağlılığının bir tecellisi olarak kitap ehlinin ibadet yerlerinin tahrip edilmemesi konusunda da büyük bir hassasiyet göstermiştir. Böyle bir tahribat ilk olarak Allah'ın emrine karşı gelmektir, ayrıca Allah'a inanan, ona ibadet eden insanları engellemek anlamına gelir. Nitekim Hz. Muhammed, kendileriyle barış anlaşması imzalamış olduğu Hıristiyanlara, mabetlerinin yıkılmayacağını, onlara hiçbir şekilde zarar verilmeyeceğini ifade etmiştir. Hıristiyanlarla yapılan cizye anlaşmalarında da Peygamberimiz (sav), mabetlerinin yıkılmayacağına dair garanti sunmuştur.
 
Hz. Muhammed (sav)'den sonraki dönemde kiliselerin yıkılmayacağına dair teminatın yer aldığı ilk anlaşma, Halid b. El-Velid'in, Anat kentinin idarecisi ile yaptığı cizye akdidir. İbn İshak, Halid b. El-Velid'in yaptığı bu anlaşmaların Hz. Ebu Bekir tarafından bir red görmediğini, daha sonra gelen diğer üç halifenin de bunları uygun görerek devam ettirdiklerini bildirmiştir. Ayrıca yine Hz. Ebu Bekir, Necranlılara Hz. Muhammed (sav) tarafından sunulan garantilerin aynısını kendi döneminde de onlara sunmuştur.
 
Peygamberimiz'in ardından gerçek İslam ahlakını yaşayan toplumlarda da bu konuya özel bir hassasiyet gösterildiği dikkat çekmektedir. Kuran'ı ve Peygamberimiz (sav)'in sünnetini takip eden Müslüman yöneticiler, fethettikleri ülkelerdeki gayrimüslim halkın ibadet yerlerine karşı oldukça saygılı olmuşlar, din adamlarına da hoşgörü beslemişlerdir.
 
Terör, İslam Ahlakının Yaşanmasıyla Ortadan Kalkacaktır
 
İnsanı yaratan Allah, ona, Kendi ruhundan üfürdüğünü (Secde Suresi, 9) ve onun yeryüzünde Kendisinin halifesi olduğunu (Enam Suresi, 165) bildirir. İnsanı diğer canlılardan ayıran en önemli özelliklerinden biri, onun nefsi ve vicdanı ile birlikte yaratılmış olmasıdır. Her insanda kendisine kötülüğü emreden bir nefis ve kötülükten nasıl sakınacağını ilham eden bir vicdan vardır. İnsan vicdanının ilham ettiği sevgi, fedakarlık, merhamet, tevazu, şefkat, doğruluk, dürüstlük, sadakat, nezaket ve yardımseverlik gibi güzel özelliklerinin yanı sıra, nefsinden gelen yıkıcı ve olumsuz özelliklere de sahiptir. Ancak inançlı bir insan vicdanı sayesinde doğru ile yanlışı birbirinden ayırabilir ve her zaman güzel ahlakı tercih eder. Allah'a olan güçlü imanı ve korkusu, ahiretin varlığına olan inancı, sonsuz cehennem azabından duyduğu şiddetli korku ve cennet hayatına duyduğu özlem onu nefsinin azgınlıklarından uzak tutar. İnsanlara karşı güzellikle davranır, her zaman affedici olur, kötülüğe karşı iyilikle cevap verir, ihtiyaç içinde olanın hemen yardımına koşar, merhametlidir, sevgi doludur, şefkatlidir ve hoşgörülüdür.
 
Teröristler ise nefislerinin sesini dinleyip, her türlü kötülüğü rahatlıkla işleyen, vicdanlarının sesini dinlemeyen insanlardır. Bu nedenle de sevgisiz, saldırgan, her türlü ahlaksızlığı kolaylıkla yapan, insanlara hiç vicdani sıkıntı duymadan eziyet edebilen kimselerdir. Bunun nedeni ise bu kişilerin Allah korkusuna sahip olmamaları ve gerçek din ahlakını bilip uygulamamalarıdır. Çünkü Allah'tan korkmayan bir insanı suç işlemekten engelleyebilecek hiçbir güç yoktur.
 
Toplumun mevcut kuralları insanları suçtan ve kötü ahlaktan ancak bir noktaya kadar alıkoyabilir. Devlet kamuya açık yerleri, sokakları ve merkezi bölgeleri güvenlik birimleri sayesinde kısmen koruyabilir, toplumun düzenini sağlayabilir, güçlü bir adalet sistemi sayesinde suç oranını düşürme konusunda gereken önlemleri alabilir. Ancak her insanın yirmi dört saat kontrol edilmesi mümkün olmadığına göre, belli bir yerden sonra insanın vicdanı devreye girmelidir. Vicdanını dinlemeyen insan, yalnızken ya da kendisi gibi düşünen kimselerle birlikteyken kolaylıkla suç işleyebilir. Bu durumda gerektiğinde yalana başvuran, haksız kazanç sağlamaktan çekinmeyen, mazlumu ezmekten hiçbir rahatsızlık duymayan bireylerden oluşan bir toplum modeli ortaya çıkar. Allah korkusunun olmadığı, manevi değerlerin yitirildiği bir toplumda fiziksel tedbirlerin ve uygulamaların netice vermeyeceği açıktır. Oysa din ahlakı, insana, yalnız başına da olsa, yaptığı kötülük nedeniyle çevresindeki hiç kimse onu cezalandırmayacak olsa da, kötülükten sakınmasını emreder. Yaptığı her hareketten, aldığı her karardan, söylediği her sözden dolayı Allah katında hesaba çekileceğini ve sonsuz ahiret hayatında bu yaptıklarına göre karşılık bulacağını bilen bir insanın kötülükten şiddetle sakınacağı açıktır.
 
İnsanların kendi rızalarıyla kötülükten sakınmayı öğrendikleri bir toplumda, terör örgütlerinin yaşam sahası bulmaları mümkün değildir. Çünkü din ahlakının hakim olduğu bir toplumda, şiddet yanlısı pek çok örgütün ortaya çıkmasına neden olan sorunlar da doğal olarak ortadan kalkmış olur. Toplumun geneli dürüstlük, fedakarlık, sevgi, şefkat, adalet gibi yüksek erdemlere sahipse bu toplumda fakirlik, gelir eşitsizliği, adaletsizlik, haksızlık, mazlumun ezilmesi, özgürlüklerin kısıtlanması gibi olumsuzluklarla karşılaşılmaz. Tam tersine ihtiyaç içinde olanların ihtiyaçlarının giderildiği, zengin olanın fakir olanı kolladığı, güçlü olanın zayıf olanı koruduğu, sağlık, eğitim, ulaşım gibi sosyal imkanlarda herkesin en iyisini kullanabildiği, farklı etnik kökenler, dinler ve kültürler arasında hoşgörü ve anlayışın hakim olduğu bir toplum düzeni olur.
İşte bu nedenledir ki, güzel ahlak, pek çok toplumsal sorunun çözümünün anahtarıdır. Bu ahlakın kaynağı da, Allah'ın insanlara bir rehber olarak gönderdiği Kuran'dır.
 
Unutulmaması gerekir ki, eğer gereken önlemler alınmaz ve köklü çözümler uygulamaya geçirilmezse, 21. yüzyılda da aynı 20. yüzyılda olduğu
gibi şiddet ve terör devam edecektir. Savunmasız insanların yaşadığı binalar bombalanacak, kadınlar, çocuklar vahşice katledilecektir. Bunun için terörle fikri mücadelenin çok büyük bir hızla ve çok geniş kitleleri kapsayacak şekilde başlatılması gerekmektedir. Söz konusu fikri mücadele, cahillikten ve şiddetten kuvvet bulan teröristlerle, Allah'a iman eden, şefkatli, sevgi dolu, affedici, merhametli ve vicdanlı insanlar arasında gerçekleşecektir. Rabbimiz Hud Suresi'nin 116. ayetinde "... yeryüzünde bozgunculuğu önleyecek fazilet sahibi kişiler bulunmalı değil miydi?" şeklinde buyurmaktadır. İman edenler Allah'ın ayetlerde tarif ettiği, bu fazilet sahibi kimselerdir. Teröristler neticeyi şiddette ararken, onlar gerçek başarının ancak Allah'ın dinine sımsıkı sarılmakla elde edileceğinin bilinciyle hareket edeceklerdir. Müslümanlar, Yahudiler ve Hıristiyanlar birlik olup, bu fikri mücadeleyi her inanca ve her fikre saygılı bir anlayışla yürütecek ve Allah'ın izniyle mutlak bir başarıyla karşılaşacaklardır. Bu, Allah'ın tüm inanç sahibi kullarına olan ve mutlaka gerçekleşecek bir vaadidir.
 
İşte bu noktada hangi dinden olursa olsun, iman sahibi her insana çok büyük bir sorumluluk düşmektedir. Yahudiler Eski Ahit'te yer alan ve insanlığı barışa ve hoşgörüye çağıran açıklamaları göz ardı etmemeli, tüm Yahudileri terörün karşısında durmaya davet etmelidirler.
Hıristiyanlar da Allah'ın hoşnut olacağı güzel ahlakı kendilerine rehber edinerek, tüm Hıristiyanları terörizmle mücadeleye davet etmelidirler.
Kuşkusuz bu mücadele, teröre zemin oluşturan ideolojilerle fikri alanda yapılacak olan bir mücadeledir. Bir yandan bu ideolojilerin çelişkilerini, bir yandan da hiçbir fikrin şiddetle, baskıyla, zulümle hakim olamayacağını, zorbalığın asla bir güzellik oluşturamayacağını anlatmalıdırlar.
 
Terörist ideoloji çürük temeller üzerine kurulmuştur ve bu dayanakların topyekün bir eğitim seferberliği ile kolaylıkla ortadan kaldırılması mümkündür. Yeryüzünün dört bir yanındaki samimi müminler de çözüm yolları üretmekle, kitaplar ve yazılar yazmakla, çeşitli eğitim teşebbüsleriyle, kültürel bir birikim ortaya sunmakla terörizmin karşısında durabilir, cehaletin önünü kesebilirler. Dünya üzerinde Allah'ın emrettiği hoşgörünün, barışın ve esenliğin hakim olması, terörizmi geri dönmeyecek şekilde tarihin sayfalarına gömecektir. Terör karşısında yılgınlığa kapılmak, kötümser olmak kabul edilemez bir tavırdır. Temennimiz bu acıların tekrar yaşanmaması, bunun için de her tür tedbirin alınmasıdır.
 
Bu menfur saldırılarda ölenlere Allah rahmet eylesin, yaralılara şifa versin. Bütün insanlık aleminin başı sağ olsun.

Masaüstü Görünümü