Harun Yahya

Müslümanların tesanütü Allah'ın izniyle Kuran ahlakının hakimiyetine vesile olacak

Müminler aynı Kitap'a tabi olan, aynı yolda, aynı amaç için gayret eden, aynı fikir ve düşüncelere sahip insanlardır. Kuran-ı Kerim'e göre tüm Müslümanlar birbirlerinin kardeşidir. Bu kardeşlik, önemli mümin vasıfları olan, sevgi, saygı ve dayanışmanın sonucunda doğal olarak oluşur.
 
İman Etmeyenlerin İttifakı Bozulmaya Mahkumdur
 
Allah’a ve ahirete inanmayan insanların birlikteliklerinin temelinde genellikle dünyevi değerlere verilen önem ve yine dünyevi menfaatlere yönelik beklentiler vardır. Bu kimseler biraraya gelmekle bir anlamda karşılıklı bir menfaat anlaşması yapmış olurlar; taraflar karşılıklı olarak birbirlerine destek olur ve böylece ortak menfaatler elde etmeye çalışırlar.
 
Bu ittifaka dahil olan kimseler birlikteliklerinin karşılıklı bir güven ya da dostluğa dayanmadığını ve her ne kadar dile getirilmese de bu ittifakın birtakım şartlara dayalı olduğunu bilirler. Taraflardan birinin menfaat sağlayıcı vasfı ortadan kalktığında, ittifak da ortadan kalkar. Çünkü kurulan bu ittifak sadece bir güç birliğinden ve menfaat beklentisinden kaynaklanmıştır. Dolayısıyla da beklentiler yok olduğunda birliğin bozulması da son derece doğaldır.
 
Allah’ın “… Kendi aralarındaki çarpışmaları ise pek şiddetlidir. Sen onları birlik sanırsın, oysa kalpleri paramparçadır. Bu, şüphesiz onların akletmeyen bir kavim olmaları dolayısıyla böyledir.” (Haşr Suresi, 14) ayetiyle insanlara haber verdiği gibi, iman etmeyenler her ne kadar birlik ya da dayanışma içerisinde gibi görünseler de temelde birlik olamazlar.
 
Üstelik bu birlikteliklerin çok büyük bir bölümü çeşitli zorunluluklar nedeniyle meydana geldiği için, geçici ve samimiyetten uzaktırlar. Tüm bunların ötesinde dünyadaki her türlü bireysel ve toplumsal ilişkiden çok daha gerçek, samimi, sağlam bir temeli olan ve gücünü hiç bir zaman kaybetmeyen bir dayanışma bağı daha vardır. Bu bağ, müminlerin kardeşlik bağıdır.
 
Müminlerin Kardeşlik Bağı Nasıl Olmalıdır?
 
İnsanlar arasında gerçek bir dostluk ve ittifakı sağlayabilecek yegane güç olan bu bağın meydana gelmesi ancak ‘samimi iman’ ile mümkündür. İman sahipleri birbirlerini, araya hiçbir çıkar ya da menfaat beklentisi katmadan, halis niyetle ve sadece Allah rızası için sever, Allah rızası için birbirlerinin dostu olurlar. Bu dostluklarıyla, sağlam bir ittifakın temelini oluştururlar. Temeli Allah sevgisine ve Allah korkusuna dayalı olan bu bağın bozulması Allah’ın dilemesi dışında hiçbir şekilde mümkün olmaz.
 
Ayrıca şunu belirtmek gerekir ki bu bağ, kan bağından gelen kardeşlik ilişkisinden hem teknik anlamda hem de sosyal anlamda farklıdır.
Teknik olarak müminlerin kardeşliğinde herhangi bir kan bağına gerek yoktur. Hatta dil, ırk, soy bağına da ihtiyaç yoktur. Farklı kültürlerde yetişmiş, farklı dilleri konuşuyor olsalar da müminleri biraraya getiren ve kardeş olmalarını sağlayan, Rabbimiz'in bizlere lütfettiği İslam dinidir. Allah’a iman eden, O’nun rızasını kazanmak konusunda gönülden bir çaba gösteren insanların yaşadığı bu kardeşlik Al-i İmran Suresinin 103. ayetinde şöyle bildirilmiştir:
 
"Allah'ın ipine hepiniz sımsıkı sarılın. Dağılıp ayrılmayın. Ve Allah'ın sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani siz düşmanlar idiniz. O kalplerinizin arasını uzlaştırıp ısındırdı ve siz O'nun nimetiyle kardeşler olarak sabahladınız. Yine siz tam ateş çukurunun kıyısındayken, oradan sizi kurtardı. Umulur ki hidayete erersiniz diye, Allah size ayetlerini böyle açıklar."
 
Müminlerin Kardeşliğini Farklı Kılan Özellikler
 
Birarada olmaktan büyük zevk alan, birbirlerini onore etmeyi, şevklendirmeyi seven, fedakarlık yapmaktan mutluluk duyan, kendisi için isteğinin aynısını hatta daha fazlasını kardeşleri için isteyen bir anlayış muhakkak ki, dünyevi beklentilere dayalı bir birliktelikten çok farklı olacaktır. İslam ahlakının yayılmasına hizmet edebilmek amacıyla şartlar gereği farklı yerlerde ve konumlarda olmaları gerekse dahi kalpleri her zaman birlikte olan iman sahiplerinin kardeşliğini farklı kılan özelliklerden biri, bu kardeşliğin sonsuza dek sürecek olmasıdır. Bir başka deyişle dünyada başlayan bu dostluk Allah’ın izniyle sonsuz ahiret yaşamında da devam edecektir. Bununla beraber orada müminleri çok daha heyecan verici bir nimet daha beklemektedir: Peygamberler, seçilmiş elçiler, önceki ve sonraki devirlerde yaşamış tüm iman sahibi kardeşleriyle tanışma ve karşılıklı sohbet etme imkanı… Bu müjdeli olay ayetlerde şu şekilde bildirilmektedir:
 
“Kim Allah'a ve Resul'e itaat ederse, işte onlar Allah'ın kendilerine nimet verdiği peygamberler, doğrular (ve doğrulayanlar), şehidler ve salihlerle beraberdir. Ne iyi arkadaştır onlar?” (Nisa Suresi, 69)
 
“Onların göğüslerinde kinden (ne varsa tümünü) sıyırıp-çektik, kardeşler olarak tahtlar üzerinde karşı karşıyadırlar.” (Hicr Suresi, 47)
 
Müslümanların tesanüdünü (dayanışmasını) diğer tüm dayanışmalardan farklı kılan bir başka unsur ise, iman edenlerin, Allah rızası için birbirlerini sevmelerinin verdiği güç vesilesiyle büyük bir manevi kuvvete sahip olmalarıdır. “… (O zaman) Muhakkak Allah’a kavuşacaklarını umanlar (şöyle) dediler: “Nice küçük topluluk, daha çok olan bir topluluğa Allah’ın izniyle galib gelmiştir; Allah sabredenlerle beraberdir.” (Bakara Suresi, 249) ayetiyle bildirildiği gibi müminler, kalplerindeki iman vesilesiyle, az sayıda bile olsalar, büyük zorluklara ve güçlüklere karşı galip gelecek bir şevk ve irade kazanmış olurlar. Gösterdikleri güzel ahlaktan dolayı Allah’ın yardımını ve desteğini kazanırlar. Allah’ın “… eğer (gerçekten) iman etmişseniz en üstün olan sizlersiniz.” (Al-i İmran Suresi, 139) ayetiyle bildirdiği gibi, kimsenin birbirine düşüremediği, gücünü kıramadığı üstün bir manevi kuvvet oluştururlar.
 
Sonsuz ahiret arkadaşı olmaya niyet etmiş olmalarından dolayı derin bir sevgi, saygı ve sadakatle birbirlerine bağlanırlar. Bundan dolayı da asla rekabete, çekişmeye ya da ihtilafa imkan tanımazlar. Birinde bir kusur olacak olsa, bir diğeri güzel ahlakla ona destek olup iyiliğe teşvik eder ve hatalarını örter. Bediüzzaman Said Nursi, bu durumu şöyle bir örnekle dile getirmiştir:
 
… Çünkü nasıl insanın bir eli diğer eline rekabet etmez, bir gözü bir gözünü tenkid etmez (eleştirmez), dili kulağına itiraz etmez, kalb ruhun ayıbını görmez. Belki birbirinin noksanını tamamlar, kusurunu örter, ihtiyacına yardım eder, vazifesine yardım eder; yoksa o vücud-u insanın (insan bedeninin) hayatı söner, ruhu kaçar, cismi de dağılır. Hem nasıl ki bir fabrikanın çarkları birbiriyle rekabetkârane uğraşmaz, birbirinin önüne geçmeye çalışmaz, birbirinin kusurunu görerek eleştirmek suretiyle şevkini kırıp yılgınlığa uğratmaz. Belki bütün meziyetleriyle, birbirinin hareketini genel amaca yönlendirmek için yardım ederler, hakiki bir dayanışma ve bir birlik ile yaratılış gayelerine doğru yürürler. Eğer zerre mikdar bir saldırı, bir zorbalık karışsa; o fabrikayı karıştıracak, neticesiz meyvesiz bırakacak. Fabrika sahibi de o fabrikayı bütün bütün kırıp dağıtacak... (21. Lema, Sayfa 668-669)
 
Müminlerin Kardeşliği Kenetlenmiş Bir Bina Gibidir
 
İman edenler birbirlerini koruyup kollamakla, her koşul altında birbirlerine destek olmakla yükümlüdürler. Allah iman edenlerin, Allah yolunda “birbirlerine kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak” hareket ettiklerini bildirmiştir.
 
Allah rızası için birlik içinde hareket etmek, müminlerin zorluklar karşısında başarı elde etmesinde önemli bir imani sırdır. Müslümanların tarih boyunca yaşadıkları olaylara baktığımızda da zorluk ve sıkıntıların hep bu şekilde aşılabildiğini görürüz. Başta, Allah'ın tüm insanlara örnek kıldığı Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) ve sahabeler olmak üzere, Müslümanlar bu ahlakı en güzel şekilde yaşamış, gösterdikleri üstün tesanüd ve fedakarlık örnekleriyle İslamiyet'in ve Kuran ahlakının tüm dünyaya yayılmasına vesile olmuşlardır.
 
Kuran Ahlakında İttifak Etmek Müslümanların Bir Sorumluluğudur
 
İman edenlerin arasındaki birlik ve ittifak son derece önemli bir konudur. Nitekim inkar edenler ve dinsizliğin yayılmasını hedefleyenler, farklı görüş ve yöntemlere inansalar da, bu amaçları doğrultusunda gerektiğinde birlik olabilmekte, ittifak halinde hareket edebilmektedir. Aynı şekilde iman edenlerin de ittifak halinde olmaları gerekir. Çünkü müminlerin dünya hayatında yerine getirmeleri gereken çok önemli bir sorumlulukları vardır. Müminler Allah’ın varlığı ve birliğini tüm insanlara anlatmak, din ahlakını yaymak ve güzel ahlakı öğretmekle yükümlüdürler. Üstelik herşeyden önemlisi bu, Kuran’da Allah’ın iman edenlere tavsiye ettiği bir ahlaktır:
 
“İnkar edenler birbirlerinin velileridir. Eğer siz bunu yapmazsanız (birbirinize yardım etmez ve dost olmazsanız) yeryüzünde bir fitne ve büyük bir bozgunculuk (fesat) olur.” (Enfal Suresi, 73)
 
Görüldüğü gibi yeryüzünde fitne ve fesada son vermeyi kendisine görev bilen salih müminlerin, o veya bu nedenle diğer müminlerle dostluk ve kardeşlik içinde olmamasının sonuçları çok tehlikeli olabilir. Nitekim Allah, iman edenlerin birbirlerine dost ve veli olmamaları durumunda, yeryüzünde fitnenin artacağını bildirmiştir.
 
Dünya Müslümanlarının içinde bulunduğu durum düşünüldüğünde, müminler arasında birlik ve ittifakın ne kadar önemli olduğu daha net anlaşılacaktır. Dünyanın dört bir yanında, sadece “Rabbimiz Allah’tır” dedikleri için çok çeşitli zorluk ve sıkıntılara maruz kalan Müslümanlara uygulanan zulüm sisteminin devam etmesinin ana nedeni dünya genelinde dinsiz ideolojilerin ve materyalist felsefelerin yaygın olmasıdır. Bu koşullar altında tüm iman edenlerin asıl yönelmeleri gereken husus, bu ideoloji ve akımlara karşı yürütülecek olan fikri mücadele olmalıdır. Bunun için de birlik ve beraberlik asıl olan husustur.
 
Büyük alim Bediüzzaman Said Nursi, kardeşliğe ve ittifaka verdiği önemle de tüm Müslümanlara örnektir. Bediüzzaman'ın yaşadığı dönemde de Müslümanların birbirlerine olan bağlılıklarını zayıflatmak, aralarındaki dostluğu zedelemek için çeşitli girişimler olmuş, ancak Bediüzzaman bunların hiçbirine fırsat vermemiştir. Asıl fikri mücadelenin inkar edenlere karşı yapılması gerektiğini bilen Bediüzzaman, diğer Müslümanlara karşı her zaman şefkat, hoşgörü ve hüsn-ü zanla (güzel zan ve tahmin) yaklaşmıştır. Talebelerine ve çevresindekilere de tavsiyesi hep bu yönde olmuştur. Bediüzzaman'ın yakın talebeleri bu konuyla ilgili şahit oldukları olayları anılarında şöyle dile getirmektedir:
 
Üstadımız katiyyen gıybet ettirmezdi. “Üstadım falan böyle söyledi” desek, “Siz yanlış anlamışsınız, o benim dostumdur, O Risale-i Nur’a dosttur. O öyle söylemez, sen benim kardeşimle aramı açacaksın” derdi. Bazı yerlerden “Filan hoca Risale-i Nur’un aleyhinde, Üstadımız'ın aleyhinde” diye mektup gelirdi. Üstadımız da, “O zat ehl-i ilimdir. Bize dosttur” der sustururdu. Daima hüsn-ü tevile (güzel yoruma) çalışır ve “Biz hüsn-ü zanna memuruz” derdi. (Son Şahitler Bediüzzaman Said Nursi’yi Anlatıyor, 3. Cilt, s 99)
 
Günümüzde de Müslümanların en çok üzerinde durması gereken konulardan birisi, Bediüzzaman'ın dikkat çektiği gibi, birlik ve beraberlik olmalıdır. Güzel söz ve hüsn-ü zan tüm yanlış anlaşılmaları, hoşgörüsüzlükleri ortadan kaldıracak mühim bir sırdır. Bunun bilinci ve şuuruyla iman edenler ittifak etmeli, Allah yolunda kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak ilmen mücadele etmelidirler.




Müslümanların arasında mezhep, düşünce ve uygulama anlamında çeşitli farklılıklar olabilir. Ancak bu farklılıklar tüm Müslümanların birbirlerinin din kardeşi olduğu gerçeğini değiştirmez. Vicdanlı ve aklı selim Müslümanların yapması gereken, -Allah'ın bir emri ve İslam ahlakının bir gereği olarak- tesanüdü korumak ve güçlendirmek amacına uygun davranışlar sergilemektir.





Tesanüdü Korumada Dikkat Edilmesi Gerekenler
 
Müslümanlar arasındaki tesanüdün bozulmaması ve zedelenmemesi için özel ihtimam ve dikkat göstermek gerekir. Salih Müslümanlar karşılarına nasıl bir olay çıkarsa çıksın, hiçbir zaman tevazu, fedakarlık, hoşgörü ve affedicilik gibi Kuran ahlakının kendilerine kazandırdığı güzel özelliklerden taviz vermezler. Yüce Rabbimiz Kuran'da, müminleri, tesanüdü bozucu tavırlar konusunda uyarmıştır:
 
"Kullarıma, sözün en güzel olanını söylemelerini söyle. Çünkü şeytan aralarını açıp bozmaktadır. Şüphesiz şeytan insanın açıkça bir düşmanıdır." (İsra Suresi, 53)
 
Şeytanın, müminlerin arasındaki tesanüdü bozmak için en çok başvurduğu yollardan biri ise rekabet duygusudur. Müminler hiçbir zaman makam, mevki gibi konularda rekabet hissine kapılmaz, diğer müminleri geçmeye, kendini onlardan daha ön plana çıkarmaya çalışmazlar. Aynı şekilde kendisinden daha ön plandaki bir mümine karşı da kıskançlık hissetmezler. Allah Kuran'da şu şekilde bildirmiştir:
 
"Yoksa onlar, Allah'ın Kendi fazlından insanlara verdiklerini mi kıskanıyorlar..?" (Nisa Suresi, 54)
 
Ayette bildirildiği üzere, insanlara verilmiş olan tüm nimetler Allah'tandır. Bu gerçeğin farkında olan salih müminler, mümin kardeşlerinin sahip oldukları güzel özellikler veya imkanlar için üzülmez, tam tersine bundan sevinç ve kıvanç duyarlar. Allah'a, tüm mümin kardeşlerine olan nimetini artırması için dua ederler.
 
Sonuç olarak, nefsin ve şeytanın oyunlarına düşmeyip tesanüdü yani müminler arası birlik ve beraberliği korumak önemlidir. Çünkü rekabet ile makam ve mevki için kardeşliği zedelemek hem müminlere yakışmaz hem de bu kötü davranışta bulunanı yüceltmez, tersine küçültür. Eğer bir yarış olacaksa bu ancak müminlerin Allah rızası için hayırlarda yarışması olur. Tesanüdü zedeleyecek haraketler Allah'ın rızasına uygun değildir, üstelik ayetin hükmüne göre müminlerin gücünün azalmasına sebep olur:
 
"Allah'a ve Resulü'ne itaat edin ve çekişip birbirinize düşmeyin, çözülüp yılgınlaşırsınız, gücünüz gider. Sabredin. Şüphesiz Allah sabredenlerle beraberdir." (Enfal Suresi 46)
 
Bu nedenle çekişme ve rekabetten şiddetle kaçınmak gerekir. Müminler için daima mütevazi, alçakgönüllü bir tavır en güzelidir. Bu, hem tesanüdü, hem müminlerin inkar edenlere karşı gücünü arttırır.
 
Şüphesiz Allah, Kendi yolunda, sanki birbirlerine kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak mücadele edenleri sever. (Saff Suresi,4)





Müslümanların Tesanüdü Allah’ın İzniyle Kuran Ahlakının Hakimiyetine Vesile Olacaktır
 
Dünyanın barışa, dostluğa ve kardeşliğe belki de en çok ihtiyaç duyduğu dönemlerden birini yaşamaktayız. 20. yüzyıla damgasını vuran çatışmalar, yeni yüzyılda da tüm hızıyla devam ediyor, dünyanın dört bir yanında masum insanlar bu kargaşa ve çatışma ortamından dolayı maddi ve manevi kayba uğruyorlar. Müminlerin birlik içinde hareket etmeleri Kuran ahlakının gereği ve Peygamberimiz (sav)'in emridir. Böylesine önemli bir sorumluluk taşıyan Müslümanların birlik ve ittifak içinde olmalarının gerektiği açıktır. Müslümanlar, birlikte hareket etmelerini engelleyen durumlar olduğunda şu sorular üzerinde düşünmelidirler:
 
"Bu konu, İslam ittifakını zedeleyecek kadar önemli mi?"
 
"Üzerinde uzlaşılması mümkün olmayan bir konu mu?"
 
"İnkarcı ideolojilere karşı fikri çalışma içinde olmak yerine, Müslüman bir diğer toplulukla uğraşmak makul mü?"
 
Bu sorulara vicdanına başvurarak cevap veren herkes, sonu gelmeyen çekişmelerden uzak durmanın ve Müslümanlar arasındaki Kuran ahlakına dayalı bu ittifakı korumanın öncelikli olduğunu görecektir. Bediüzzaman da iman edenlere şöyle öğüt vermektedir:
 
"...yüzer ayet ve ehadis-i nebeviyyenin (Peygamberimiz (sav)'in hadislerinin) şiddetle emrettikleri uhuvvet (kardeşlik), muhabbet ve teavünü (yardımlaşmayı) yapıp bütün hissiyatınızla ehl-i dünyadan daha şiddetli bir surette meslekdaşlarınızla ve dindaşlarınızla ittifak ediniz... yani ihtilafa düşmeyiniz. "Böyle küçük meseleler için kıymetdar vaktimi sarfetmekten ise, o kıymetli vaktimi zikir ve fikir gibi kıymetdar şeylere sarfedeceğim " deyip çekilerek, ittifakı zaifleştirmeyiniz (birliği zayıflatmayınız). Çünkü bu manevi mücadelede küçük mesele zannettiğinizden çok büyük olabilir. "
 
Bu büyük fikri mücadele sonucunda yalnız Müslümanların değil, tüm insanlığın çektiği sıkıntılar -Allah’ın izniyle- sona erecek, insanlık barış, huzur ve mutluluğa kavuşmuş olacaktır. Ahir zamanın kutlu şahısları Hz. İsa ve Hz. Mehdi önderliğinde tüm Müslümanlar kenetlenmiş bir bina gibi biraraya gelecek, kardeşlik ve tesanüdleriyle tüm dünyaya örnek olacaklar ve bu vesileyle dünyada Kuran ahlakının güzelliklerinin yaşanmadığı hiçbir yer kalmayacaktır. Bu Allah’ın vaadidir ve gerçekleşmesi çok yakındır:
 
“Elçilerini hidayet ve hak din üzere gönderen O'dur. Öyle ki onu (hak din olan İslam'ı) bütün dinlere karşı üstün kılacaktır; müşrikler hoş görmese bile.” (Saff Suresi, 9)





Masaüstü Görünümü