Harun Yahya

Demokrasinin gerçek kaynağı Allah'ın elçileri olan Peygamberlerdir


İnsan hayatının çok önemli bir parçası olan ve hayat kalitesini yükselten özgürlük, ancak demokrasi anlayışının egemen olması ile mümkündür. Çünkü demokrasi, tüm insanların sosyal adalet, eşitlik, hak ve özgürlüklere sahip olduğu bir yönetim biçimidir. Demokrasi peygamberler vesilesiyle Yüce Allah’ın  kullarına Hak Kitaplarda  vahyettiği bir nimettir. Tüm Hak Kitaplarda özgürlük, sevgi, merhamet, adalet, herkesin özgürce yaşayacağı, özgürce fikirlerini anlatacağı barış içinde yaşanan bir ortam emredilmiştir. Bu nedenle demokrasinin ilk geliştiği yer olarak kabul edilen eski Yunan toprakları veya günümüzde demokrasinin merkezi kabul edilen Avrupa ülkeleri demokrasiyi Hak dinlerden öğrenmişlerdir. Ancak demokrasinin en gelişmiş şekli İslam ahlakının tüm dünyaya hakim olması ile yaşanacaktır.

İslam ahlakını tanımayan veya İslam hakkında yeni bilgi edinen kimi insanlar İslam’ı yanlış kaynaklardan öğrendikleri için yanlış önyargı ve kanaate sahip olabilirler. Bu insanlar, hiçbir doğruluğu olmadığı halde, İslam’ın yaşam alanlarını kısıtlayacağını, özgürlüklerini engelleyeceğini, düşüncelerini kontrol altına alacağını, sanatı ve bilimi sınırlandıracağı yanılgısına kapılırlar. Oysa İslam insanlara düşünce, ibadet ve ifade özgürlüğü sağlayan, onların her türlü hakkını koruma altına alan ve insanlara gerçek özgürlüğü sunan bir dindir. Nitekim Kuran’da bildirilen, “Eğer seni yalanlarlarsa, onlara de ki: “Benim yaptıklarım benim, sizin yaptıklarınız sizindir. Siz benim yaptıklarımdan uzaksınız ve ben de sizin yaptıklarınızdan uzağım.” (Yunus Suresi, 41) ayeti Yüce Allah’ın kullarına demokrasiyi emrettiği ayetlerden biridir. Bu ayette kimseye baskı ve zorlama yapılmaması herkesin fikir ve inanç özgürlüğüne sahip olmasının önemi çok açık olarak bildirilmiştir.

Demokrasinin Her Şartı Ancak İslam Ahlakının Yaşanmasıyla Uygulanabilir

1-SOSYAL ADALET: Yüce Allah Sosyal Adaleti ve Paylaşımı Emreder

Gerçek demokrasilerde sosyal adalet demokrasinin temel ilkelerinden biridir. İnsanlar sosyal adaleti  Hz. İbrahim (a.s.) ve  Hz. Nuh (a.s.)’dan  öğrenmişlerdir. Dini kaynaklara göre Hz. Nuh (a.s.) tufandan sonra gemi karaya oturduğunda çok az kalan nohut, mercimek, üzüm, incir, bulgur gibi yiyeceklerin hepsini karıştırıp pişirmiş ve aşure yapmıştır. Sonra gemide bulunan herkesle birlikte hazırladığı yemeği yemiştir. Bu sosyal adalettir. Çünkü herkese eşitlik, yardımseverlik ve ikramı öğretmekte ve insanlara yiyecek dağıtmanın önemini hatırlatmaktadır:

“Andolsun, elçilerimiz İbrahim’e müjde ile geldikleri zaman; “Selam” dediler. O da: “Selam” dedi (ve) hemen gecikmeden kızartılmış bir buzağı getirdi.”   (Hud Suresi, 69) ayetinde haber verildiği gibi Hz. İbrahim (a.s.) da misafirleri geldiğinde hemen bir buzağıyı kesip pişirmiş ve misafirlerine ikram etmiştir. Hz. İbrahim (a.s.)’ın hiç tanımadığı kişilere ikramda bulunmasıyla Yüce Allah yemek ikram etmenin güzel bir davranış olduğunu, ayrıca mümkün oldukça fakirlere de yiyecek ikram etmenin önemini hikmetli bir örnekle bildirmiş ve sosyal adalete dikkat çekmiştir.

2-EŞİTLİK: Yüce Allah Irkların Birbirine Üstünlüğü Olmadığını Kuran’da Bildirmiştir

Yüce Allah bir Kuran ayetinde haber verdiği gibi “üstünlüğün takvaya göre olacağını”bildirmiştir. Ayette şöyle buyrulmaktadır:

“Ey insanlar, gerçekten, Biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi halklar ve kabileler (şeklinde) kıldık. Şüphesiz, Allah Katında sizin en üstün (kerim) olanınız, (ırk ya da soyca değil) takvaca en ileride olanınızdır. Şüphesiz Allah, bilendir, haber alandır.” (Hucurat Suresi, 13)

Yüce Allah’ın emrettiği bu gerçeği Peygamberimiz (s.a.v.) ise hadislerinde şöyle buyurmuştur:

“Ey insanlar! Hepiniz Adem’in çocuklarısınız. Adem ise topraktan yaratılmıştır. İnsanlar muhakkak ve muhakkak ırklarıyla övünmeyi bırakmalılar.” (Sünen-i Ebu Davud, 4/331)

“Sizin şu soyunuz-sopunuz kimseye üstünlük ve kibir taslamaya vesile olacak şey değildir. (Ey insanlar)! Hepiniz Adem’in çocuklarısınız. Hepiniz bir ölçek içindeki birbirine müsavi (denk) buğday taneleri gibisiniz... Halbuki, hiç kimsenin kimseye din ve takva müstesna üstünlüğü yoktur. Kişiye kötü olması için; başkalarını yermesi, küçük görmesi, cimri, kötü huylu, had ve hududu aşmış olması yeter.” (Müsned-i Ahmed b. Hanbel, 4/158, İbnu Kesir, 4/128)

Peygamberimiz (s.a.v.) Veda Hutbesi’nde de Müslümanlara şöyle seslenmişti:

“Soylarla övünülmez. Araplar, Arap olduklarından Acemlerden; Acemler de, Acemi olduklarından Araplardan üstün sayılamazlar. Çünkü Allah Katında en yüce olanınız, ona karşı gelmekten en fazla kaçınanınız (en takvalınız)dır.” (www.enfal.de/veda.htm)

3-ADALET: Yüce Allah Adaleti Emreder

Allah Kuran’da müminlere “... Allah için şahidler olarak adaleti ayakta tutun. (Onlar) ister zengin olsun, ister fakir olsun; çünkü Allah onlara daha yakındır. Öyleyse adaletten dönüp heva (tutkuları)nıza uymayın...” (Nisa Suresi, 135) şeklinde buyurmaktadır. Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)’in, hem Müslümanlar arasında verdiği hükümler, hem diğer din, dil, ırk ve kavimlerden olan kişilere karşı adil ve şefkatli tutumu, hem de Allah’ın ayetinde bildirdiği gibi zengin, fakir ayırmaksızın herkese eşit davranması demokrasi anlayışına güzel bir örnek oluşturur.

Allah bir ayetinde Resulüne şöyle buyurmaktadır:

“Onlar, yalana kulak tutanlardır, haram yiyicilerdir. Sana gelirlerse aralarında hükmet veya onlardan yüz çevir. Eğer onlardan yüz çevirecek olursan, sana hiçbir şeyle kesin olarak zarar veremezler. Aralarında hükmedersen adaletle hükmet. Şüphesiz, Allah, adaletle hüküm yürütenleri sever.” (Maide Suresi, 42)

Peygamberimiz (s.a.v.) bu ayetin hükmüne uyarak zorlu bir kavmin içinde dahi, Allah’ın emrini yerine getirmiş ve hiçbir zaman adaletten taviz vermemiştir. Daima ayette bildirildiği üzere “Rabbim adaletle davranmayı emretti...” (Araf Suresi, 29) diyerek her devirde tüm insanlara örnek olmuştur.

 


 

Demokrasi Allah’ın Emrettiği Ahlak Anlayışının Yaşanmasıyla Olur

Görüldüğü gibi İslam’ın özünde düşünce, inanç ve ifade özgürlüğü vardır. Bazı insanlar demokrasinin insanlık tarihine Eski Yunan‘la birlikte girdiğini zannederler. Oysa insanlara demokrasiyi öğreten Allah’tır. Hz. Adem (a.s.)‘dan bu yana tüm peygamberler özgürlüğün, hür düşüncenin, fikirlere saygının gerçek temsilcisidirler. Demokrasi denildiğinde insanların aklına gelen özgürlük, adalet, kimseye baskı yapılmaması, her insanın birinci sınıf vatandaş olması, insanlara saygı duyulması, güven duyulması, insanların fikrinden dolayı yargılanmaması gibi tüm kavramların özü din ahlakında mevcuttur. İnsanlar bunları tarih boyunca Allah’ın indirdiği Hak dinler vesilesiyle öğrenmişler ve en güzel örneklerine de Hak dinlerin yaşandığı dönemlerde şahit olmuşlardır.

İnsanlara düşüncelerinden dolayı zulmedildiği, farklı ideolojilere sahip olanların ezildiği, farklı din mensuplarının aşağılandığı, sanatın, bilimin, mimarinin öldüğü, insanların yaşama sevinçlerini yitirip adeta birer robota dönüştürüldükleri, kitap yakmaların, cinayetlerin, katliamların, soykırımların yaşandığı dönemlere baktığımızda ise ya dinsiz, ateist ideolojilerin ya da din ahlakını özünden kopararak radikal bir zihniyetle yanlış şekilde yorumlayanların etkisini görürüz.

Yüce Allah’ın Hak dini, Allah’ın emrettiği şekliyle yaşandığında insanların özlemi içinde oldukları gerçek adalet, demokrasi, saygı ve sevgi yaşanır. Allah’ın izniyle pek yakında demokrasi, kardeşlik, sevgi, dostluk, barış tarihte eşi görülmemiş bir şekilde tüm dünyaya hakim olacak, insanlar imanın neşesini, sevincini, bereketini doya doya yaşayacaklardır. Ayetlerin işaretlerinden, Peygamberimiz (s.a.v.)’in hadislerinden ve büyük İslam alimlerinin sözlerinden açıkça görüldüğü üzere içinde yaşadığımız dönem ahir zamandır. Ahir zamanın çileli, sıkıntılı, zor günleri Hz. İsa (a.s.)‘ın ve Hz. Mehdi (a.s.)‘ın vesilesiyle bu yüzyılda son bulacak, dünya yepyeni aydınlık bir döneme girecektir. Allah’ın varlığını ve birliğini en güzel ve hikmetli şekilde anlatmak ve insanlara Kuran’daki ve Asr-ı Saadet dönemindeki İslam’ı tanıtmak ise yakın gelecekte kavuşacağımız aydınlık günler için çok önemli bir zemin hazırlamaktadır. Temennimiz Allah’ın bu yazıyı da söz konusu güzelliklere vesile kılması ve “insanların Allah’ın dinine akın akın girdiklerini” gördüğümüz günlerin bir an önce gelmesidir. Allah’ın bu müjdesi Kuran’da şöyle haber verilmektedir:

“Allah’ın yardımı ve fetih geldiği zaman, ve insanların Allah’ın dinine dalga dalga girdiklerini gördüğünde, hemen Rabbini hamd ile tesbih et ve O’ndan mağfiret dile. Çünkü O, tevbeleri çok kabul edendir.” (Nasr Suresi, 1-3)
 







Diğer tüm peygamberler gibi Hz. Muhammed (s.a.v.)’in peygamberliği süresince demokrasi anlayışına örnek teşkil eden birçok olay yaşanmıştır. Peygamberimiz (s.a.v.)’in yaşadığı coğrafyada çok çeşitli din, dil, ırk ve kabileden insan birarada yaşıyordu. Bu toplulukların birarada huzur ve güven içinde yaşamaları, aralarına nifak sokmaya çalışanların etkisiz bırakılmaları çok zordu. En küçük bir sözden veya tavırdan hemen bir grup diğerine karşı öfkelenip saldırabiliyordu. Ancak Peygamberimiz (sav)’in demokrasi anlayışı, adaletle hükmetmesi, Müslümanlar için olduğu kadar bu topluluklar için de bir huzur ve güvence kaynağı  olmuştur. Asr-ı Saadet döneminde Arabistan Yarımadası’nda Hıristiyan, Musevi, putperest, ayırt etmeksizin herkese adil davranılmıştır. Peygamberimiz (s.a.v.) Allah’ın “Dinde zorlama (ve baskı) yoktur...” (Bakara Suresi, 256) ayetine uyarak, herkese hak din ahlakını anlatmış, ancak seçimlerini yapmak konusunda serbest bırakmıştır.





İslam Dininde Özgürlüğe Önem Verilmiş, Zorlama ve Baskı Yasaklanmıştır

Her Müslüman Kuran ahlakının gereği olarak insanlara doğru yolu göstermekle, onları iyiliğe davet etmekle ve kötülükten men etmekle yükümlüdür. Ama bu hiçbir zaman bir insanı kendisi gibi düşünmeye, kendisi gibi yaşamaya, kendisi gibi davranmaya, kendisi gibi giyinmeye mecbur etmek anlamına gelmez. Müslüman doğruyu gösterir, seçimi karşısındaki kişiye bırakır. Bu, Allah’ın Kuran’da, “Dinde zorlama (ve baskı) yoktur... (Bakara Suresi, 256)” ayetiyle bildirdiği hükümdür.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Yüce Allah’ın bu emrine uygun olarak Arap Yarımadası’nın güney kısmındaki Hıristiyan Necran Halkı ile antlaşma yapmıştır. Bu İslam dininin demokrasilerdeki düşünce ve inanç özgürlüğünün asıl kaynağı olduğunu açıkça gösterir. Antlaşmanın maddelerinden biri şöyledir:

“Necranlıların ve maiyetindekilerin canları, malları, dinleri varları ve yokları, aileleri, kiliseleri ve sahip oldukları herşey Allah’ın ve Allah’ın Peygamberinin güvencesi (himayesi) altına alınacaktır.” (Majid Khoduri, İslamda Savaş ve Barış, Fener Yayınları, İstanbul, 1998, s . 209-210)

Peygamberimiz (s.a.v.)’in Hıristiyan, Musevi ve müşrik topluluklarla imzaladığı Medine Vesikası da İslam’daki demokrasi anlayışının en güzel örneklerinden biridir. Farklı inançlara sahip topluluklar arasında adaletin sağlanması ve her topluluğun çıkarlarının gözetilmesi için hazırlanan bu vesika sayesinde yıllarca düşmanlık içinde yaşayan topluluklara barış getirilmiştir. Medine Vesikası’nın en belirgin özelliklerinden biri inanç özgürlüğü sağlamasıdır. Bu konu ile ilgili madde şöyledir:

“Ben-i Avf Yahudileri, müminlerle beraber aynı ümmettirler, Yahudilerin dinleri kendilerine, Müslümanların dinleri de kendilerinedir.” (Muhammed Hamidulllah, İslam Müesseselerine Giriş, Düşünce Yayınları, İstanbul, 1981, s.128)

Medine Vesikası’nın 16. maddesinde ise, “Bize tabi olan Yahudiler, hiçbir haksızlığa uğramaksızın ve düşmanlarıyla da yardımlaşmaksızın, yardım ve desteğimize hak kazanacaklardır” (İbn Kesir, El-Bidaye, III/224-225; Hamidullah, El-Vesaik, No:1, s.39-44; Yrd. Doç. Dr. Orhan Atalay, Doğu-Batı Kaynaklarında Birlikte Yaşama, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Yayınları, İstanbul, 1999, s.40)diye bildirilmiştir.

Peygamberimiz (s.a.v.)’den sonra da sahabeleri, Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in antlaşmaya koydurduğu bu hükme sadık kalmışlar ve aynı hükmü, Berberi, Budist, Brahman ve benzeri inançlara sahip kişiler için de uygulamışlardır. (Muhammed Hamidulllah, İslam Müesseselerine Giriş, Düşünce Yayınları, İstanbul, 1981, s.162-163)

 



 

Sayın Adnan Oktar 1 Mart 2011 tarihli Kaçkar TV röportajında demokrasinin kökeninin Hak dinler olduğunu ve tam anlamıyla demokrasi, huzur ve güven ortamının Hz. Mehdi (a.s.)‘ın devrinde yaşanacağını şöyle anlatmıştır:

ADNAN OKTAR: Demokrasi ne zaman ortaya çıktı? Zamanı belli. Din ne zamandan beri var? Çok çok öncesinden var. Demokrit, demokrasiyi ortaya çıkartan zat. Bu nereden öğreniyor? Bir kaynağı var, bir kitap var okuyor. Demokrasinin kaynağı yine kutsal kitaplardır. Demokrasi ne demek?  İnsanların fikirlerinde özgür olması, yani kalben bir rahatlık, suhulet, ferahlık olması, insanların eziyet çekmemesi. Allah’ın bizden istediği budur. Özgür, sevinç dolu bir ortam. Gerçek demokrasi budur. Gerçek demokrasiyi de Hz. Nuh (a.s.)’ın Kitab’ı, Hz. İbrahim (a.s.)’ın Kitab’ı, suhufları öğretmiştir dünyaya. Marx, sosyal adaleti Tevrat’taki Hz. Mehdi (a.s.) ile ilgili detaylı açıklamalardan öğrenmiştir. Hz. Mehdi (a.s.)’ın sosyal adaletini, Kral Mesih’in sosyal adalet anlayışını, dinsiz sosyal adalete çevirmek istemiştir. Karl Marx hem anneden, hem babadan hahamdır.

Dolayısıyla Tevrat’tan öğrendiklerini hayata geçirmeye kalkmıştır, kendi kafası değildir. Demokrasiyi de kutsal kitaplardan öğrenmişlerdir. Allah bizim özgür olmamızı ister. Mesela ben demokratım, ama Kuran’dan öğrendim ben demokrasiyi. Demokrasi anlaşılsın diye, başka kelime karşılığı yok da onun için söylüyorum. Şimdi sandalyenin karşılığı nedir? En fazla iskemle falan dersin, işte sandalye. O özgür düşüncenin adı demokrasi bilindiği için, Kuran’da demokrasi olarak geçmiyor ama Kuran onu bize tarif ediyor. Bizim mutlu olmamız, sevgi dolu olmamız, kafamızın rahat olması, psikolojik olarak baskı altında olmamamız, Kuran bizden bunu istiyor. Bunun adı demokrasidir.

Komünistler Rusya’da demokrasi getirdiler, nasıl demokrasiydi? Tam bir kepazelikti, tam bir acı sistemi ve şiddet, panik sistemiydi, dehşet sistemiydi. Komünistler demokrasiyi en şiddetli savunan adamlardı. Hep demokratik bilmem ne cumhuriyeti; nerenin demokrasisi? Sürünüyor halk. Çin’de halka bir bakın, gözleri ayna gibi adamların, bitmiş. Öyle demokrasi olur mu? Demokrasinin ölçüsü insanların yüzüdür. İnsanların yüzünde bir neşe varsa, huzur varsa, sevinç alameti varsa, orada demokrasi vardır. İnsanların suratı asıksa, orada demokrasi yoktur. Konu budur, ölçüsü budur, ondan gerisi hikaye. Onun için mühim olan sevilen, seven, dostluğun, kardeşliğin olduğu, özgürlüğün olduğu, şiddetin, acının olmadığı bir ortamdır. Bunu sağlayan sistem işte İslam’da var.

Mehdiyet’e baksın, Mehdiyet’in bütün detaylarına bakın, bize nefis bir hayat, nefis bir ideal, nefis bir ortam sunuyor. Buna demokrasi denir işte. Biz komünist modeli demokrasi istemiyoruz. Avrupa tipi demokraside de insanlar mutlu olmuyorlar. Avrupa’da kimse kimseyle dost değil. Mesela oğlan çocuğu veya kız çocuğu 18 yaşına geliyor evden ayrılıyor. Babasını, atasını, kimseyi tanımıyor, muhatap dahi olmuyor, adam yerine dahi koymuyor. Yaşlı amcalar, yaşlı dedelerin hepsi huzur evinde yaşıyorlar. Muhatap dahi olmuyorlar onlarla. Demokrasi bunu getiriyor işte. Ve suratlarında en ufak bir neşe ifadesi yok, mutluluk ifadesi yok. Bazen televizyonu açıyorum, böyle neşelenmiş gibi yapıyorlar, parmaklarıyla çeşitli işaretler yaparak, elinde bir şişe var mesela onu gösteriyor, ışıklar yanıp sönüyor, kardeşim sen nihayetinde zehir gösteriyorsun, ne gösteriyorsun, neyine neşelensin adamlar? Sen parayı vermesen o genç kızlar orada o neşeyi gösterecekler mi sana?

Hiçbirinde gerçek neşe olduğunu görmedim. Hiçbir yerde sevinç yok. Hepsi suni ve çok ürküntü verici ortamlar, kimin ne olduğu belli değil, bayağı tedirgin edici bir ortam. Adam orada nasıl mutlu olsun? Orada demokrasi olsa kaç yazar, ne olur yani?

Demokrasinin insana hakikaten derin bir neşe getirmesi lazım, derin güven getirmesi lazım, kafa dinçliği olması lazım, gönlünün ferah olması lazım. Burada yok. Ne demek demokrasi o zaman? İslam işte benim dediğim pozitif unsurları, güzel unsurları getiriyor. Bu da Mehdiyet’le gelir.
 

Masaüstü Görünümü