Harun Yahya

RAMAZAN 2007 - 4. Gün














"Allah yolunda infak edin ve kendinizi kendi ellerinizle tehlikeye atmayın. İyilik edin. Şüphesiz Allah, iyilik edenleri sever." (Bakara Suresi, 195)

"Bana en sevgili olanınız ve bana kıyamette en yakın bulunacak olanınız, ahlakça en iyi olanınızdır. Sizlerden en sevmediğim ve kıyamette de bana en uzak kalacak olan, ahlakça fena olanınızdır..." HZ. MUHAMMED (S.A.V.)















Allah'a güven ve teslimiyet

İmanın en önemli göstergelerinden biri, kişinin Allah'a olan güveni ve teslimiyetidir. Kuran'da "tevekkül" olarak tanımlanan bu özellik, iman eden bir kimseyle iman etmeyen arasındaki en büyük farklardan birini oluşturur.

Dinden uzak yaşayan bir kimse için, tüm dünya bir kaostur. Bu kişi kendisinin "tesadüfen" var olduğunu, dünyadaki düzenin de tesadüfler sonucunda işlediğini sanır. Bu durumda hiçbir zaman gerçek anlamda bir güven ve huzur duyması mümkün olmaz. Çünkü her an başına bir şey gelebilir, kendisini üzecek olaylarla karşılaşabilir. Bu yüzden böyle bir anlayıştaki kimse, zamanının önemli bir bölümünü gelecekle ilgili olarak içine düştüğü endişelerle geçirir.
Mutluluğunu etkileyecek yüzlerce, hatta binlerce birbirinden bağımsız faktör olduğu için, bunların herhangi biri "tesadüfen" (!) kötüye gidip hayatını mahvedebilir. Örneğin, sağlığını yitirebilir, işten atılabilir ya da sevdiği bir insanı kaybedebilir. Tüm bu gelişmeleri Allah'tan bağımsız ve kontrolsüz zannettiği için, her biri için ayrı ayrı endişelenmek durumundadır. Bu şekilde bir şeyden korkmak ya da ona güvenmek, Kuran'da tarif edildiğine göre, onu ilah edinmek anlamına gelmektedir.
Buna karşın, mümin dünyanın sırrını kavramıştır: Bu sır, canlı cansız her varlığın Allah'ın kontrolünde olduğu ve O'nun izni ve bilgisi haricinde hiçbir şeyin gerçekleşemeyeceğidir. Nitekim ayetlerde; "O'nun, alnından yakalayıp-denetlemediği hiçbir canlı yoktur…" (Hud Suresi, 56) ve "göklerde ve yerde bulunanlar O'nundur; hepsi O'na 'gönülden boyun eğmiş'tir'' (Rum Suresi, 26) şeklinde buyrulmaktadır. Ayetlerde haber verilen bu sırrı kavramaksa, ancak müminlerin sahip olduğu "derin bir kavrayış"la (Hicr Suresi, 75) mümkündür.









Bu durumda mümin, herşeyin Allah'ın yarattığı kadere uygun işlemesinin güvencesi altında yaşar. Hayatı boyunca karşılaşacağı her olay, insanın kaderindedir ve Allah'ın takdirindedir. Bu yüzden de mümin için hiçbir zaman "kötü" bir olay yoktur. Birtakım olaylar kötü gibi gözükse de, gerçekte mümin için hayırlı sonuçlar doğuracaktır. Allah, müminin karşısına bir olay çıkarıyorsa, mutlaka onda bir hayır vardır. Dolayısıyla mümin görünüşte olumsuzluk gibi gözüken olaylara karşı da, son derece sabırlı ve tevekküllü davranmalıdır. Çünkü Allah tüm olayları en başından müminler için hayır olarak yaratmıştır.
İşte bir mümine her şartta en büyük rahatlığı, en büyük huzuru veren şey, bu ruh halidir. Nitekim Kuran'a baktığımızda tüm Resullerin ve onlarla birlikte iman eden müminlerin son derece zorlu olaylarla karşılaştıklarını, zahiren son derece "kötü" durumlarda kaldıklarını görürüz. Hemen her mümin inkarcılar tarafından saldırıya uğramış, ölümle tehdit edilmiş, eziyet ve işkence görmüş, hakarete uğramış, bazıları öldürülmüş, şehit edilmiştir.
Ancak Kuran'da, müminlerin tüm bu saldırılara karşı son derece tevekküllü ve rahat davrandıklarını görürüz. Çünkü Kuran'da bizlere örnek gösterilen müminler, her olayı Allah'ın yarattığını ve dolayısıyla her olayın arkasında bir hayır olduğunu bilerek hareket etmektedirler. Onlar Allah'ın müminleri yardımsız bırakmayacağından, müminlere kaldıramayacakları bir zorluk yüklemeyeceğinden emindirler ve yaşadıkları zorlukların karşılığını da ahirette ummaktadırlar. Kuran'da pek çok ayette Allah'a güven ve teslimiyet üzerinde durulmuştur. Bir ayette müminlerin sözleri şöyle bildirilmektedir:
De ki: "Allah'ın bizim için yazdıkları dışında, bize kesinlikle hiçbir şey isabet etmez. O bizim Mevlamızdır. Ve müminler yalnızca Allah'a tevekkül etmelidirler." (Tevbe Suresi, 51)
Kuran'da bahsedilen "tevekkül" kelimesi son derece önemlidir. Tevekkül etmek, "vekil edinmek" anlamına gelir. Bu, halk arasında yaygın olan tevekkül kavramından farklıdır. Halk arasında yaygın olan inanç, "elinden gelen herşeyi yapmak, sonra da işi Allah'a bırakmak" şeklindedir. Oysa "vekil edinmek" terimi, bir işin yapılmasının doğrudan Allah'a havale edilmesi, olayın tümüyle O'na bırakılması anlamına gelir.
Ancak bu noktada da bir yanlış anlamaya düşmemek gerekir: Olayı tamamen Allah'a bırakmak, kişinin kendisini olayın dışında tutması demek değildir. Aksine, mümin elinden gelen herşeyi yapacaktır. Fakat kendi yaptığı fiilleri de gerçekte Allah'ın yaptırdığını, kendi varlığının da Allah'ın kontrolünde olduğunu bilerek hareket edecektir.

KADİR(İstediğini istediği gibi yapmaya gücü yeten )
Allah, Kuran'ın pek çok ayetinde her olayın Kendi bilgisi dahilinde gerçekleştiğini haber verir. Herşey Rabbimizin "Ol" demesiyle meydana gelir. "O, bilmeksizin bir yaprak dahi düşmez" (Enam Suresi, 59), yine "O'nun bilgisi olmaksızın, hiçbir dişi gebe kalmaz ve doğurmaz" (Fatır Suresi, 11).
Allah, iman etmeyen bir kavmin yerine hemen yenisini getirmeye de kadirdir. Dilediğine görülmemiş bir mülk verir, dilediğinden bütün mülkünü çekip alır. İman etmeyen bir kavmi, hiç ummadıkları bir anda ve hiç ummadıkları bir şekilde azaba uğratabilir. Dilerse yeryüzünün tüm bereketini alır, toprağı kurutur ve üzerinde yaşama dair hiçbir iz bırakmaz. Dilerse bambaşka bir dünya yaratır. Göklerde ve yerde Allah'ı aciz bırakacak hiçbir kuvvet yoktur. Allah istediğini istediği gibi yapmaya güç yetirendir. Allah, Kuran'da şöyle buyurmaktadır:
"Yeryüzünde gezip dolaşmıyorlar mı ki, kendilerinden öncekilerin nasıl bir sona uğradıklarını görsünler; üstelik onlar kuvvet bakımından kendilerinden daha güçlüydüler. Göklerde ve yerde Allah'ı aciz bırakacak hiçbir şey yoktur. Şüphesiz O, bilendir, güç yetirendir." (Fatır Suresi, 44)









"Artık, doğuların ve batıların Rabbine yemin ederim; Biz gerçekten güç yetireniz; Onların yerine kendilerinden daha hayırlılarına getirip-değiştirmeye. Üstelik Bizim önümüze geçilemez." (Mearic Suresi, 40-10)

Sakın unutma
Batıl inançların dinimizde yeri yoktur
Batıl inançlar halk arasında ağızdan ağıza yayılan, ancak hiçbir geçerliliği olmayan inanışlardan ibarettir. İnsanlar çeşitli varlıkların kendilerine uğursuzluk getirdikleri gibi asılsız inançları nedeniyle tedirginlik yaşarlar. Oysa bir maddenin uğur ya da uğursuzluk getirmesi diye bir şey söz konusu değildir. Çünkü kainatta var olan hiçbir olay tesadüf eseri meydana gelmez. Her insanın, her bitkinin, hayvanın ya da eşyanın bir kaderi vardır. Ne kadar yaşayacakları, nasıl bir hayat sürecekleri, nasıl bir görünüme sahip olacakları, kısacası herşey Allah katında bellidir. Allah'ın izni olmadan tek bir yaprağın bile düşmesi mümkün değildir.
Evrenin yaratılışından itibaren gerçekleşmiş ve gerçekleşecek olan her olay, Allah'ın kontrolündedir. Bu kaderi ne bir insanın, ne bir hayvanın, ne de bir eşyanın değiştirme gücü yoktur. Eğer bir insanın başına beklemediği bir anda bir kaza geliyorsa, bu onun daha yaratılmadan önce belirlenmiş olan kaderi gereğidir. Bir insanın bir başarı elde etmesi, sağlığına kavuşması ya da başına herhangi bir iyilik gelmesi de onun uğurundan değil, Allah'ın lütfundandır. Allah bir ayette şöyle buyurmaktadır:
"Gaybın anahtarları O'nun katındadır, O'ndan başka hiç kimse gaybı bilmez. Karada ve denizde olanların tümünü O bilir, O, bilmeksizin bir yaprak dahi düşmez; yerin karanlıklarındaki bir tane, yaş ve kuru dışta olmamak üzere hepsi (ve herşey) apaçık bir kitaptadır." (Enam Suresi, 59)


Cadı Makiler









Endonezya ve Filipinler'deki ormanlarda yaşayan ve Cadı Maki olarak adlandırılan bir maymun türü, ağaçlarda çok hızlı hareket etmesiyle bilinir. Bu küçük maymunlar dik ağaçlara hızla tırmanabilen ve büyük bir sıçrayışla ağaçtan ağaca atlayan çok çevik hayvanlardır.
Parmak uçlarındaki vantuz gibi emici yastıkçıklar dallara sıkıca tutunmalarını, uzun ve püsküllü kuyrukları ise daldan dala sıçrarken dengelerini yitirmemelerini sağlar. Cadı Maki, ağaçlarda yaşamasını kolaylaştıran bu özelliklerinden başka, iyi bir avcı olmasını sağlayan özelliklere de sahiptir. Örneğin top gibi yusyuvarlak olan başını 180 derece döndürebilir. Ayrıca Cadı Makiler gece hayvanlarıdır. Bu yüzden son derece büyük gözlere sahiptirler.
Başlarının geniş dönme açısı ve keskin görüşlü gözleri sayesinde, bu canlılar karanlıkta bile kolaylıkla avlanırlar. Allah her canlıyı bulunduğu ortama uygun özelliklerle yaratmıştır. Cadı Makiler de gece karanlığında ormanda rahat hareket edecek özelliklerle birlikte yaratılmış birer iman hakikatidirler.

Mucizevi bir hormon: OKSİTOSİN

Vücudumuzdaki hormonların her biri, çok büyük organizasyonlar gerçekleştirirler. Hayati kararlar verir; bunları uygulamaya geçirir; hücrelerle haberleşir; vücudun ihtiyacı olan salgıyı oluşturur; bunun için uygun olan miktarı belirler; zamanlamasını, salgılama süresini ayarlar ve daha pek çok karmaşık işlemi de kusursuzca yerine getirirler. Bütün bunlar hormonların Allah'ın ilhamıyla hareket ettiğini gösteren delillerdir.
Hamilelik süresi tamamlandığında birdenbire başlayan doğum sancıları yeni bir hayatın başlangıcını müjdeler. Doğum sancılarını başlatan ve bu olayın ilk habercisi olan madde, anne vücudundaki "oksitosin" isimli hormondur. Beyinden salgılanan bu hormon etkisini başlıca iki yerde gösterir. Birincisi ana rahmini oluşturan kaslar, ikincisi ise göğüste oluşan anne sütünün salgılanmasını sağlayan kas yapısındaki hücrelerdir.
Doğum esnasında ana rahminin etkili olarak kasılması, doğumun gerçekleşebilmesi için son derece önemlidir. İşte bu hormon, rahmi oluşturan kasların çok güçlü bir şekilde kasılmasını sağlar. Ancak bunu 9 ay 10 günlük süre dolduğunda yapar. Ne erken ne de geç... Çünkü her iki durumda da bebeğin hayatı tehlikeye girebilmektedir. Zaman geldiğinde, beyne rahmin ağzındaki alıcılardan sinyaller gönderilir. Bu sinyalleri alan beyin ise çok uzaklarda ana rahmindeki alıcılara tam uygun olan oksitosini üretir ve tam hedefe ulaşacak şekilde gönderir.






 
ADH ve oksitosin hormonu hipotalamusta üretilir.
Uygun zamanda ADH ve Oksitosin akson ucundan kana salgılanır.
Beyinden gelen emirle salgılanan oksitosin isimli hormon, en uygun zamanda doğum sancılarını ve anne sütünün salgılanmasını başlatmakla görevlidir.
ADH böbrek tübülllerini etkiler. Oksitosinde rahim ve süt bezlerini etkiler.





Tüm bunların yanında, oksitosin hormonunun ayrı bir görevi daha vardır. Dünyaya gelmiş olan bebeğin beslenmesi için anne sütünün salgılanmasını da sağlar ve bebek besin değeri son derece yüksek bu süt ile beslenir. (Harun Yahya, Hormon Mucizesi)
Beynimizin küçük bir bölümündeki hücre, acaba ana rahmi için doğumu kolaylaştıracak olan hormonu üretmeye nasıl karar vermiştir?
Bu hormon, nasıl olup da tüm vücut içinde yolunu bulabilmekte, herhangi başka bir organa değil de, sadece ihtiyaç duyulan yere gidebilmektedir?
Bebeğin hayatta kalabilmesi için 9 ay 10 gün, ana rahminde olgunlaşması gerektiğini bilen ve dolayısıyla bu mekanizmayı tam zamanında harekete geçiren akıl kimin aklıdır?
Bebeğin beslenmesi için süte gereksinimi olduğunu düşünen ve bu sütün anne bedeninde salgılanmasını sağlayan sistemi kuran oksitosin hormonunun kendisi midir?
Oksitosin hormonu, vücudumuzda bulunan binlerce hormondan sadece biridir. Bunun gibi her bir hormon, çok büyük bir organizasyon gerçekleştirir: Hayati kararlar verir; bunları uygulamaya geçirir; hücrelerle haberleşir; vücudun ihtiyacı olan salgıyı oluşturur; bunun için uygun olan miktarı belirler; zamanlamasını, salgılama süresini ayarlar ve daha pek çok karmaşık işlemi de kusursuzca yerine getirir.
Hayret verecek derecede mükemmel ve planlı olan bu düzenin tesadüfen veya kendi kendine işlemediği çok açıktır. Şuur içeren tüm bu organizasyonları ve hormonları en ince ayrıntısına kadar tasarlayan, yaratan ve kontrol eden sonsuz akıl sahibi olan Allah'tır.

Masaüstü Görünümü