Harun Yahya

RAMAZAN 2007 - 8. Gün














"Ve sabret. Gerçekten Allah, iyilik yapanların ecrini kaybetmez." (Hud Suresi, 115)

"Bu kalpler kendisine suyun değdiği zaman demirin paslanması gibi paslanırlar. Denildi ki: "Ya Resulullah onların cilası nedir?" Buyurdu: "Ölümü çok hatırlamak ve Kuran okumak." HZ. MUHAMMED (S.A.V.)















Allah'tan af dilemek
Allah'tan bağışlanma dilemek ve işlenmiş olan günahlar için Allah'a tevbe etmek, kulluğun en saf ve katıksız ibadetlerinden biridir.
Bazı insanlar, hatasız olma çabasındadırlar. Kendilerini ellerinden geldiğince kusursuz bir insan gibi göstermeye ve görmeye çalışırlar. Hata yaptıklarını kabul ettiklerinde, insanların gözünde küçük düşeceklerinden korkmaktadırlar. Onlara göre ideal insan, kendisine hiçbir hatayı yakıştırmayan insandır.
Sözünü ettiğimiz bu "hatasızlık" anlayışı, bir batıl inançtan başka bir şey değildir. Nitekim Kuran'da bizlere böyle bir mümin modeli örnek gösterilmez. Yaratılışımız gereği böyle bir modelin yaşanması mümkün de değildir. İnsan, aciz bir varlıktır ve hatalarını düzelterek eğitilmektedir. Dolayısıyla insan, hayatı boyunca birçok hata yapabilir, günah işleyebilir. Elbette ki mümin Allah'ın dinini uygulama konusunda gevşeklik göstermekten ve günaha girmekten kaçınmalıdır. İstemeden, cehaletle bir hataya düştüğünde de Allah'a yönelmeli ve Allah'tan bağışlanma dilemelidir.
Allah, Kuran'da yeryüzündeki her insanın Allah'a karşı hata ve günah işleyebileceği şöyle haber verir:
"Eğer Allah, kazandıkları dolayısıyla insanları (azab ile) yakalayıverecek olsaydı, (yerin) sırtı üzerinde hiçbir canlıyı bırakmazdı, ancak onları, adı konulmuş bir süreye kadar ertelemektedir. Sonunda ecelleri geldiği zaman, artık şüphesiz Allah Kendi kullarını görendir." (Fatır Suresi, 45)
Allah, Kuran'da insanların hatalarının veya günahlarının olabileceğini bildirirken, hatalarda direnilmemesi gerektiğini haber vermektedir. İman etmeyenlerle müminleri birbirlerinden ayıran en önemli vasıflardan biri de budur. İman etmeyen kimseler hatalarında ısrarcı bir tutum izlerlerken, müminler hata yaptıklarını anladıklarında samimiyetle tevbe ederek bu tavırlarından vazgeçerler. Nitekim önemli olan da kişinin yaptıklarından pişman olup Allah'a yönelmesi ve O'ndan bağışlanma dilemesidir.









Kuran'a baktığımızda Allah'tan bağışlanma dilemenin doğal ve daimi bir mümin vasfı olduğunu görürüz. Bu durum da, bizlere müminlerin de hataya düşebileceklerini, dolayısıyla kusur ve eksikleri için sürekli Allah'ın rahmetine sığındıklarını göstermektedir. Allah bir ayetinde, tevbe etmeyi, müminin en önde gelen vasıflarından biri olarak şöyle buyurmaktadır:
"Tevbe edenler, ibadet edenler, hamd edenler, (İslam uğrunda) seyahat edenler, rükû edenler, secde edenler, iyiliği emredenler, kötülükten sakındıranlar ve Allah'ın sınırlarını koruyanlar; sen (bütün) müminleri müjdele." (Tevbe Suresi, 112)
Allah'tan bağışlanma dilemek ve işlenen günahlar dolayısıyla Allah'a tevbe etmek, kulluğun en saf ve katıksız ifadelerinden biridir. Mümin, pek çok hatası olabileceğini kabul edecek ve her türlü kusuruna karşı Allah'ın şefkatine sığınacaktır. Tevbe ettikten sonra bir günah için vicdan azabı ve sıkıntı çekmeye, bu nedenle hüzünlenmeye de gerek yoktur. İnsan, peygamberlerin de hata işlediklerini, ancak bunlara karşı samimi bir biçimde tevbe ettikten sonra yollarına dosdoğru devam ettiklerini unutmamalı ve Allah'ın bağışlayıcılığına güvenmelidir.
Kuran'da, istiğfar ve tevbenin büyük bir kurtuluş olduğu şöyle ifade edilir:
"Eğer Allah'ın sizin üzerinizde fazlı ve rahmeti olmasaydı ve Allah gerçekten tevbeleri kabul eden hüküm ve hikmet sahibi olmasaydı (ne yapardınız)?" (Nur Suresi, 10)
Ayetten de anlaşıldığı gibi tevbe önemli bir ibadettir ve insanın ebedi kurtuluşu için büyük önem taşımaktadır. İnsan büyük günahlar işlemiş, büyük hatalar yapmış, Allah'a ve dine aykırı bir hayat geçirmiş olabilir. Ancak bunların hiçbiri Allah'a samimi olarak iman etmeye engel değildir. Allah, geniş bir rahmet sahibidir. Dolayısıyla herkes samimi ve kesin bir tevbeyle tevbe ederek, hayatına salih bir mümin olarak devam edebilir ve Allah'ın sonsuz nimet yurdu olan cennetini umabilir. (Harun Yahya, Pişman Olmadan Önce)



KARİB (Yakın olan)

"Kullarım Beni sana soracak olursa, muhakkak ki Ben (onlara) pek yakınım. Bana dua ettiği zaman dua edenin duasına cevap veririm. Öyleyse, onlar da Benim çağrıma cevap versinler ve Bana iman etsinler. Umulur ki irşad (doğru yolu bulmuş) olurlar." (Bakara Suresi, 186)
Allah'ı gereği gibi tanımayanlar ve Kuran ayetlerinden uzak olanlar, Allah'ın varlığı hakkında çok puslu, son derece yüzeysel bilgi ve düşüncelere sahiptirler. Kendilerine sorulduğu zaman "yeri ve gökleri yaratan Allah'tır" derler. Fakat Allah'ın göklerde olduğunu ve kendilerinden çok uzakta bulunduğunu (haşa) zannederler. Halbuki Allah Kuran'da Kendisini kullarına açıkça tanıtmaktadır. Kaf Suresi'nin 16. ayetinde Allah insana ne kadar yakın olduğunu şöyle bildirir:
"Andolsun, insanı Biz yarattık ve nefsinin ona ne vesveseler vermekte olduğunu biliriz. Biz ona şah damarından daha yakınız." (Kaf Suresi, 16)
Öyle ki ayette haber verildiği üzere; "... Fısıldaşmakta olan üç kişiden dördüncüleri mutlaka O'dur; beşin altıncısı da mutlaka O'dur..." (Mücadele Suresi, 7) Ayrıca hiçbir şey Allah'tan gizli kalmaz. Bir insan fısıldasa bile Allah onu duyar ve her an onu görür. İçinden geçen her düşünceyi bilir. Kişi uyurken, yürürken ya da konuşurken de Allah onun yanındadır. O bütün bunları yaparken Allah onu görür. Bir ayette şöyle buyrulmaktadır: "... Öyleyse O'ndan bağışlanma dileyin, sonra O'na tevbe edin. Şüphesiz benim Rabbim, yakın olandır, (duaları) kabul edendir." (Hud Suresi, 61)


Sakın unutma
Kuran ahlakı topluma barış ve huzur getirir
Allah din ile herşeyden önce insanların vicdanlarına göre yaşamalarını emreder. Herkesin vicdanlı davrandığı bir ortamda ise çekişme, kavga veya huzuru bozacak herhangi bir davranışa rastlanmaz. Dine uyan insanlar akıl ve sağduyu sahibi kişilerdir ve olaylara yaklaşımları da bu şekilde olur. Dolayısıyla daima çözümcü ve rahatlatıcı bir tutum sergilerler. Bu da bulundukları ortamın refah içinde olmasını sağlar.
Din, adaleti emreder. Herkese hakkı tam olarak verilir, dolayısıyla kimsenin kendi hakkı için mücadele vermesine, bunun için türlü türlü yollara başvurmasına gerek kalmaz. Hakkı zaten diğer dindar ve vicdanlı kişiler tarafından en güzel şekliyle korunur.
Dindar insanlar Allah'tan korktukları için, Allah'ın haram kıldığı eylemlere girişmezler. Ahirette hesabını veremeyecekleri bir şeyi yapmaktan şiddetle kaçınırlar.
Ayrıca dinde kişisel çıkarlar için hırs yapmak yoktur. Herkes dinin ortak menfaati için gücünün yettiğinin en fazlasını yapmakla sorumludur. Dolayısıyla çıkarların çatışması sonucu oluşabilecek bir huzursuzluk da söz konusu olmaz.
Öte yandan dinde baskı ve zorlama da yoktur. Müminler sadece dinin gösterdiği gerçekleri anlatmakla sorumlu tutulmuşlardır.
Ayrıca Kuran'da Allah iman edenlerin üzerine özel olarak güven duygusu ve huzur indirdiğini bildirmektedir. Bu, Allah'ın salih müminlere verdiği büyük bir nimettir. Ayette şöyle buyrulur:
"Müminlerin kalplerine, imanlarına iman katıp-arttırsınlar diye, 'güven duygusu ve huzur' indiren O'dur. Göklerin ve yerin orduları Allah'ındır: Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir." (Fetih Suresi, 4)
Verilen örneklerden de anlaşıldığı gibi, dinin özü olan Kuran ahlakı insanlara ideal bir ortam sunmaktadır. Kuran ahlakı yaşandığında, gerek insanlar, gerekse toplumlar açısından dünyada özlemi duyulan barış, huzur, güven ve hoşgörü ortamı oluşacaktır.


Arı Yiyici Kuşlar









Yaklaşık 40 gram ağırlığında olan kuşlar için büyük tropik bir arının iğnesi ölümcül olabilir. Oysa bazı kuşlar arı yiyerek beslenirler. Arı-yiyiciler arının zehirli etkisinin üstesinden iki yolla gelirler. Öncelikle arının kuvvetli iğnesine karşı belli bir yere kadar bağışıklıkları vardır. İkinci olarak da kuşlar tehlikeli türlerle tehlikesiz olanlar arasındaki farkı ayırt edebilirler ve aslında arıların sokan türleriyle çok nadiren uğraşırlar. Bir arıyı yakalayan kuş, öncelikle böceği gagasının ucunda silkeler, sıkıca tutacak şekilde kendini ayarlar ve sonra da dala doğru böceği sertçe çarparak bayıltır. Daha sonra arının vücudunun arka kısmını pürüzlü ağaç kabuğuna sürter. Bu işlem keskin iğneyi ve ona bağlı zehirli keseleri koparıp atar. Bütün bu işlemlerden sonra kuş arının zehirinin yok olduğuna kanaati gelince arıyı olduğu gibi yutar. Bir kuşun arının zehirini nasıl etkisiz hale getireceğini kendi kendine bulmuş olması elbette mümkün değildir. Kuşun arıyı avlamasındaki planın üstün bir aklın ürünü olduğu kesin bir gerçektir. Bu üstün aklın sahibi herşeyin hakimi olan yüce Allah'tır.


Örümceklerin mükemmel dalma tekniği
Allah, su örümceğini suda yaşayabilmesi için en ideal özelliklere sahip olarak yaratmıştır.
Asya ve Avrupa'nın ılık bölgelerinde yaşayan su örümcekleri, hayatlarının büyük bir kısmını su altında geçirirler. Bu örümcekler yuvalarını suyun içine yaparlar. Yuvanın inşası için örümcek ilk olarak su bitkilerinin saplarının veya yapraklarının arasına ağlarla bir platform yapar. Daha sonra bu platformu, ipek iplikçiklerle etraftaki bitki saplarına tutturur. Bu iplikçikler, örümceğe hem evinin yolunu gösteren bir işaret, hem platformu sabitleyen bir bağ, hem de avın yaklaştığını bildiren bir radar görevi görür.
Platformu oluşturduktan sonra örümcek, platformun altına ayaklarını ve gövdesini kullanarak hava kabarcıkları taşır. Böylece ağ yukarıya doğru şişer ve hava ilave edildikçe bir çan biçimini alır. İşte bu çan, örümceğin su altında olduğu sürece içinde barınacağı yuvasıdır.
Örümcek, gündüzleri yuvasının içinde bekler. Yakınından herhangi küçük bir hayvan, özellikle bir böcek ya da larva geçtiğinde, dışarı fırlayarak onu yakalar ve yemek üzere yuvasına götürür. Suyun yüzeyine düşen böcek, titreşimlere neden olur. Bu titreşimleri alan örümcek yukarı çıkar ve böceği alıp suyun altına taşır. Örümcek su yüzeyini adeta bir ağ gibi kullanmaktadır. Suya düşen böcek, ağa takılan diğer avlardan farksızdır.









Kış yaklaştığında ise örümcek donmamak için kendisini koruyacak önlemler almak zorundadır. Bu nedenle kışın yaklaşmasıyla birlikte su örümceği, gölcükte daha da aşağılara iner. Bu sefer kış için bir çan örerek içini havayla doldurur. Bazı örümceklerse dipte duran boş bir su salyangozu kabuğuna yerleşirler. Çanın içinde hiç kıpırdamaz ve kış boyunca hemen hemen hiç enerji harcamazlar. Bunun nedeni fazla enerji kaybetmemek ve oksijen ihtiyacını ortadan kaldırmaktır. Bu önlem sayesinde yuvaya taşınan hava kabarcığındaki oksijen örümceğe kışı geçireceği 4-5 ay boyunca yeterli olur.
Görüldüğü gibi, su örümceğinin oluşturduğu kabarcık ve avlanma şekli bir örümceğin suda yaşayabilmesi için en ideal şekilde tasarlanmıştır. Tesadüflerle, karada yaşayan bir canlının suda yaşayacak bir yöntem bulması kuşkusuz ki imkansızdır. Bu canlı eğer suda yaşayabileceği özelliklerle doğmuş olmasaydı, daha suya girdiği ilk anda ölürdü. Dolayısıyla tesadüflerin örümceğe böylesine faydalı bir değişiklik kazandıracak zamanı da yoktur.
Ayrıca bir kara canlısı olmasına rağmen, aynı zamanda suda yaşayabilecek özelliklere de sahip olan bu canlı, tüm bu özelliklerine yeryüzünde ortaya çıktığı ilk andan itibaren sahiptir. Allah, bu canlıyı tüm bu özellikleri ile bir anda yoktan var etmiştir.
Allah su örümceklerinde olduğu gibi benzeri olmayan örnekler yaratarak, sonsuz ilmini bizlere tanıtmaktadır. (Harun Yahya, Örümcekteki Mucize)

Masaüstü Görünümü