Harun Yahya

RAMAZAN 2007 - 9. Gün














"Ve onlar, Rablerinin yüzünü (hoşnutluğunu) isteyerek sabrederler, namazı dosdoğru kılarlar, kendilerine rızık olarak verdiklerimizden gizli ve açık infak ederler ve kötülüğü iyilikle savarlar. İşte onlar, bu yurdun (dünyanın güzel) sonucu (ahiret mutluluğu) onlar içindir." (Rad Suresi, 22)

"İki kimseye gıpta edildi: Bir adam ki, Allah ona Kuran verdi, o da Kuran'ın ahkamı ile amel etti. Helalini helal, haramını haram kabul etti. Diğeri de öyle bir kimsedir ki, Allah ona mal verdi, o da o maldan akrabalarına ulaştırdı ve o malı Allah'a taat yolunda harcadı." HZ. MUHAMMED (S.A.V.)














Her insan Kuran'dan sorumludur
"Dini ilerde yaşarım" diyerek gençken Kuran ahlakından uzak bir hayat sürenler, beş dakika sonra hayatta olacaklarından ne kadar emindirler?

Günlük hayatta oldukça yaygın olan bir anlayışa göre; İslam, yaşlı kişilerin, ara sıra evlere gelip mevlit okuyan hocaların dinidir. Bu çarpık anlayışın bir sonucu olarak, dinin insanların ölüme yaklaştıkları dönemde ya da üzüntü ve sıkıntı içinde oldukları anlarda bir rahatlama, huzur ve teselli vasıtası olduğu düşünülür. Ayrıca bu hatalı bakış açısında, daha genç yaşta, yani tam dünyanın nimetlerinden faydalanılacağı bir dönemde, dini yaşamaya başlanmaz. Dolayısıyla böyle bir toplumda dine en olumlu bakan kişi de ibadetlerini ilerideki yaşamına erteleyecektir. (Harun Yahya, Dünya Hayatının Gerçeği)
Bu bakış açısındaki çarpıklık, İslam hakkındaki bilginin Kuran'dan değil de, etraftan edinilmiş olmasından, kulaktan dolma bilgilere dayanmasından kaynaklanır. Oysa Kuran'da anlatılan gerçek İslam, bir "yaşlılar dini" değildir. Tam aksine, insanı iyiyle kötüyü ayırt etmeye başladığı yaştan itibaren sorumlu tutan dinamik bir yaşam tarzıdır. Öyle ki yaşlılık, belki de hastalıklar, bedeni zayıflıklar nedeniyle insanın birçok ibadeti yerine getiremeyeceği, sorumluluğunun azalabileceği bir dönemi oluşturur.









Gençlik dönemi, Allah'ın insana verdiği en büyük nimetlerden birisidir. Gerek fiziksel, gerekse zihinsel yönden insanın en yüksek verime ve kapasiteye sahip olduğu bu dönemde Allah'ı unutması, yapabileceği en büyük nankörlüklerden birisi olur. Allah'ın Kuran'da farz kıldığı, iyiliği emredip kötülükten men etme, İslam ahlakını insanlara anlatma, Allah'ın şanını yüceltme gibi en önemli hükümleri genç, güçlü ve sağlıklıyken yerine getirmeyen bir kimse için yaşlılıkta bunlar kuşkusuz çok daha zorlaşacaktır.
Allah, Kuran'ın çeşitli yerlerinde inanmış, kendisine gönülden bağlanmış gençlerden övgüyle bahsetmektedir. Ayetlerde şöyle buyrulur:
"O gençler, mağaraya sığındıkları zaman, demişlerdi ki: "Rabbimiz, katından bize bir rahmet ver ve işimizden bize doğruyu kolaylaştır (bizi başarılı kıl)... Biz sana onların haberlerini bir gerçek (olay) olarak aktarıyoruz. Gerçekten onlar Rablerine iman etmiş gençlerdi ve Biz de onların hidayetlerini arttırmıştık." (Kehf Suresi, 10-13)
Kuran'a göre insan akılca olgunlaştığı, şuuru açıldığı andan itibaren dini sorumluluk altına girer ve Kuran ahlakını yaşamakla yükümlü olur. Kuran'da bu sorumluluklarla ilgili herhangi bir yaş belirtilmemiştir. Kaldı ki "dini ilerde yaşarım" diyerek, gençken dinsiz bir hayat sürdürmeye razı olan kimselerin beş dakika sonra hayatta olacaklarına dair hiçbir garantileri de yoktur. Allah bir ayette şöyle buyurur:
"Kıyamet saatinin bilgisi, şüphesiz Allah'ın katındadır. Yağmuru yağdırır; rahimlerde olanı bilir. Hiç kimse, yarın ne kazanacağını bilmez. Hiç kimse de, hangi yerde öleceğini bilmez. Hiç şüphesiz Allah bilendir, haberdârdır." (Lokman Suresi, 34)
Halk arasında, "gençken hayatımı yaşar, ölmeden önce de nasıl olsa tevbe ederim, günahlarımdan arınırım" gibi batıl bir inanış vardır. Genelde bilgisizlikten ve dinden uzak bir yaşam sürmekten kaynaklanan böyle bir zihniyetin, Allah'a karşı ne derece samimiyetsiz bir tavır olduğu ortadadır. Nitekim Allah, böyle samimiyetsiz kişilerin tevbelerinin geçerli olmayacağını şöyle bildirmiştir:
"Tevbe; ne kötülükleri yapıp-edip de onlardan birine ölüm çatınca: "Ben şimdi gerçekten tevbe ettim" diyenler, ne de kafir olarak ölenler için değil. Böyleleri için acı bir azab hazırlamışızdır." (Nisa Suresi, 18)
Görüldüğü gibi bu şekilde düşünenlerin sonu hüsrandır. Ayrıca unutmamak gerekir ki, ölüm herkesin karşılacağı ve Allah katında vakti belirli olan bir gerçektir. Dolayısıyla ölüme gafilce yakalanarak, pişmanlığa düşmek istemeyenler Allah'a samimiyetle yönelmeli ve Rabbimize şu andan itibaren -yaşlanmayı beklemeden- ibadet etmelidirler.


KASİM (Kısımlandıran, rızıkları, nimetleri adalet, hikmet ve rahmet içinde taksim edip herkese nasibini veren)

Canlıların hepsi yaşamak için beslenmeye muhtaçtır. Kimi su olmadan yaşamını sürdüremezken, kimi senelerce suya hiç ihtiyaç duymaz; birisi sıcağı severken diğeri sıcakta yaşayamaz. Allah, tüm canlıları birbirinden ayrı ihtiyaçlarla yaratmıştır. Aynı zamanda da her birinin ihtiyaçlarına göre ortamlar yaratarak, onları ayrı ayrı rızıklandırmaktadır. Üstelik hepsi aynı topraktan rızıklandıkları halde, her birinin ihtiyacını karşılayacak kadar çeşitlilik de mevcuttur.
Bu bakımdam toprağın içindeki minerallerden, gökten inen yağmura kadar her noktada, Allah'ın yarattığı canlılar üzerindeki rahmetini görmek mümkündür. Nitekim insanı da gerek ihtiyacı olan şeylerde, gerekse sahip olduğu çeşit çeşit nimetlerle her yönden Allah rahmeti ile kuşamıştır. Bir ayette şöyle buyrulur:
"Senin Rabbinin rahmetini onlar mı paylaştırıyorlar? Dünya hayatında maişetlerini aralarında Biz paylaştırdık ve onlardan bir bölümü (diğer) bir bölümünü 'teshir etmesi için, bir bölümünü bir bölümü üzerinde derecelerle yükselttik. Rabbinin rahmeti; toplayıp-yığdıklarından daha hayırlıdır." (Zuhruf Suresi, 32)

Sakın unutma
Kuran ahlakı yaşanmayan toplumlar nasıl olur?
Dinin getirdiği güzel ahlak özelliklerini göz ardı eden toplumlarda, insanlar her türlü ahlaksızlığa açık duruma gelirler. Ancak dindar bir insan ahirette hesabını vereceğini bildiği için rüşvet almaz, kumar oynamaz, kıskançlık yapmaz, yalan söylemez. Dinden uzak yaşayan bir insan ise bunların hepsini yapmaya açıktır.
Bir insanın "ben dinsizim ama rüşvet almıyorum" veya "kumar oynamıyorum" demesi yeterli olmaz. Çünkü Allah korkusu olmayan ve ahirette hesap vereceğine inanmayan bir insan, ortam veya şartlar değiştiğinde bunlardan herhangi birini kolaylıkla yapabilir. Örneğin "dinsizim ama fuhuş yapmıyorum" diyen bir insan, fuhşun normal karşılandığı bir yerde böyle bir günahı rahatlıkla işleyebilir. Veya rüşvet almadığını söyleyen bir kimse, eğer Allah'tan korkmuyorsa "oğlum hasta, ölmek üzere, onun için rüşvet almak zorundayım" gibi mazeretlerle yaptıklarını meşru göstermeye çalışabilir.
Dindar bir insan ise hangi koşulda olursa olsun, Allah'ın sınırlarından taviz vermez. Çünkü Allah'tan korkar ve içinden geçirdikleri de dahil olmak üzere Allah'ın herşeyden haberdar olduğunu bilerek, samimiyetle davranır ve günahtan kaçınır. Ancak dinden uzak bir insan, "dinsizim ama affediciyim, intikam veya kin hissi duymam" gibi samimiyetsiz ifadelerde bulunabilir. Şartlar değiştiğinde ise en umulmayacak tavrı gösterebilir. Çünkü Allah'tan korkmayan bir insanın sakınacağı bir konusu yoktur. Dolayısıyla böyle bir kişi çıkarıyla çatışan durumlarda bambaşka bir ahlak gösterebilir.
Halbuki Allah'a ve ahiret gününe inananlar, koşullar ve ortam ne olursa olsun hep güzel ahlaklıdırlar. Müminlerin güzel ahlakının teminatı Allah korkuları ve imanlarının sağlamlığıdır. Allah dindar insanların bu üstün ahlakını şu ayetleriyle haber vermiştir:
"Onlar Allah'ın ahdini yerine getirirler ve verdikleri kesin sözü (misakı) bozmazlar. Ve onlar Allah'ın ulaştırılmasını emrettiği şeyi ulaştırırlar. Rablerinden içleri saygı ile titrer, kötü hesaptan korkarlar. Ve onlar Rablerinin yüzünü (hoşnutluğunu) isteyerek sabrederler, namazı dosdoğru kılarlar, kendilerine rızık olarak verdiklerimizden gizli ve açık infak ederler ve kötülüğü iyilikle savarlar. İşte onlar, bu yurdun (dünyanın güzel) sonucu (ahiret mutluluğu) onlar içindir." (Rad Suresi, 20-22)


Gekoların Vantuz Ayakları









Çoğu zaman bir insan için yapılması imkansız olan işleri, hayvanlar büyük bir başarıyla yaparlar. Örneğin bazı hayvanlar dikey bir yüzeyde ya da tavanda çok sağlam bir şekilde tutunabilecekleri özelliklere sahiptirler. Örneğin geko olarak bilinen bir tür kertenkelenin ayaklarındaki mikroskobik tüycükler, tırmandığı yüzeyin 100 milyondan fazla noktasıyla aynı anda temas etmesini sağlar. Gekolar bu şekilde bulundukları yüzeye o denli güçlü tutunurlar ki, camın üzerindeki bir gekoyu yerinden kımıldatmak adeta imkansızdır. Bu yönde yapılacak herhangi bir girişim ise, camın kırılmasına dahi sebep olabilir.
Canlıları birbirinden farklı özelliklerle yaratan ve onları yaşamlarını sürdürebilmeleri için en ideal tasarımda var eden, herşeye kadir olan Allah'tır.

Dağların yer kabuğunu sağlamlaştırması
Allah dağları perçinleme özelliği ile yaratmıştır. Bu sayede, son derece hareketli bir yapısı olan yer kabuğu adeta sabitlenir ve meydana gelen sarsıntılar büyük ölçüde engellenmiş olur.
Şu anda üzerinde yürüdüğümüz, güvenle evlerimizi kurduğumuz yer kabuğu, aslında kendisinden daha yoğun olan ve manto adı verilen bir tabaka üzerinde yüzer gibi hareket etmektedir. Eğer bu hareketi kontrol altında tutacak bir sistem olmasaydı, yeryüzünde sürekli sarsıntılar, depremler olurdu ve Dünya yaşanmayacak bir yer haline gelirdi. Ancak dağlar ve dağların yerin altında bulunan uzantıları yerin hareketlerini, dolayısıyla sarsıntıları oldukça azaltır.
Dağlar, yeryüzü kabuğunu oluşturan çok büyük tabakaların hareketleri ve çarpışmaları sonucunda meydana gelirler. Hareket eden iki tabaka çarpıştığı zaman daha dayanıklı olanı ötekinin altına girer. Üstte kalan tabaka kıvrılarak yükselir ve dağları meydana getirir. Altta kalan tabaka ise yer altında ilerleyerek aşağıya doğru derin bir uzantı meydana getirir. Yani dağların yeryüzünde gördüğümüz kütleleri kadar, yer-altına doğru ilerleyen derin uzantıları da vardır. Dağlar bu uzantılarıyla manto denen tabakaya derinlemesine saplanırlar.
Bu özellikleri sayesinde dağlar, yeryüzü tabakalarının birleşim noktalarında yer üstüne ve yer altına doğru uzanarak bu tabakaları birbirine perçinlerler. Bu şekilde, yer kabuğunu sabitleyerek magma tabakası üzerinde ya da kendi tabakaları arasında meydana gelecek bir kaymayı engellerler. Kısacası dağları, tahtaları birarada tutan çivilere benzetebiliriz. Dağların bu perçinleme özelliği, son derece hareketli bir yapısı olan yer kabuğunu adeta sabitleyerek sarsıntıları büyük ölçüde engeller. Bu, Kuran'da şöyle bildirilir:
"Biz, yeryüzünü bir döşek kılmadık mı? Dağları da birer kazık?" (Nebe Suresi, 6-7)
Son derece ihtişamlı bir görüntüye sahip olan dağların varlığı, yeryüzündeki başka dengelerin sağlanması bakımından da son derece önemlidir. Özellikle ısının dengeli bir biçimde dağılımında dağlar önemli bir faktördür.
Dünya'nın ekvatoru ile kutupları arasında yaklaşık 100°C'lik bir ısı farkı vardır. Eğer böyle bir ısı farkı, fazla engebesi olmayan bir yüzeyde gerçekleşmiş olsaydı, hızı saatte 1.000 km'ye varan fırtınalar Dünya'yı yaşanmaz hale getirebilirdi. Oysa yeryüzünde, ısı farkından dolayı ortaya çıkması muhtemel, kuvvetli hava akımlarını bloke edecek engebeler vardır. Bu engebeler, yani sıradağlar, Çin'de Himalayalarla başlar, Anadolu'da Toroslarla devam eder ve Avrupa'da Alplere kadar sıradağlar halinde uzanarak batıda Atlas Okyanusu, doğuda Büyük Okyanus'la birleşir.
Yeryüzündeki bütün detaylarda olduğu gibi dağlarda da tecelli eden, Allah'ın sonsuz sanatı ve ilmidir. Yaşadığımız Dünya'yı bizim için kusursuz bir biçimde Allah yaratmıştır. İnsana düşen ise Dünya üzerindeki bu ihtişamlı yapıları görerek, Allah'a kulluk etmeyi hayatının en önemli gerçeği olarak kabul etmesi ve sadece Allah için yaşamasıdır. (www.evreninyaratilisi.com)

Masaüstü Görünümü