Harun Yahya

RAMAZAN 2007 - 16. Gün















"İyilikle kötülük eşit olmaz. Sen, en güzel olan bir tarzda (kötülüğü) uzaklaştır; o zaman, (görürsün ki) seninle onun arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki sıcak bir dost(un) oluvermiştir." (Fussilet Suresi, 34)
"İçinizden benim dostlarım muttakilerdir. İşte siz de onlardan olduysanız ne ala. Aksi halde basiretli olun, basiretli olun. İnsanlar hayırlı amellerle gelirken siz kötü yükler ile gelirseniz sizden yüz çevrilir..." HZ. MUHAMMED (S.A.V.)
















İnsan imtihan olmaktadır
Mümin, karşılaştığı her olayı Allah'ın özel olarak, imtihan kastıyla karşısına çıkardığını bilmeli, Allah'a tevekkül etmeli ve O'nun rızasına uygun olan en güzel tavrı göstermelidir.

Herşeyi hikmetle yaratan Allah tüm evreni insanın hizmetine vermiştir. Rabbimiz, Güneş Sistemi'nden atmosferdeki oksijen oranına, etinden sütünden faydalandığımız hayvanlardan suya ve daha nicelerine kadar kainattaki tüm varlıkları insanın yaşamına hizmet edecek şekilde yaratmıştır. Bu gerçek ortadayken, insan hayatının bir amacı olmadığını düşünmek, büyük bir cehalet olur. Elbette insanın bir yaratılış amacı vardır ve Allah bu amacı şöyle açıklar: "İnsanları yalnızca bana ibadet etsinler diye yarattım." (Zariyat Suresi, 56)
İnsanların sadece az bir kısmı bu yaratılış amacını kavrar ve buna uygun olarak yaşar. Allah, dünya üzerindeki yaşamımızı, bu amaca uyup uymadığımızı denemek için yaratmıştır. Allah'a gönülden kulluk edenlerle, O'na isyan edenler bu dünyada Allah'ın imtihanı neticesinde ortaya çıkacaklardır. İnsana verilen tüm imkanlar (bedeni, duyuları, malları…) bu imtihan içindir. Bir ayette Allah şöyle buyurur:
"Şüphesiz Biz insanı, karmaşık olan bir damla sudan yarattık. Onu deniyoruz. Bundan dolayı onu işiten ve gören yaptık." (İnsan Suresi, 2)









İnsanın dünyadaki vazifesi, Allah'a ve ahirete iman etmek, Allah'ın Kuran'da bildirdiği şekilde güzel ahlak sahibi bir insan olmak, Allah'ın sınırlarını korumak ve O'nun hoşnutluğunu kazanmaya çalışmaktır. Allah'ın emirlerini hangi insanların yerine getireceğini ancak yaşadığımız bu dünya hayatındaki imtihan neticesinde görebileceğiz. Allah, insanlardan gerçek ve samimi bir iman istediği için, insan yalnızca "iman ettim" demekle derin bir imana ulaşmış sayılmaz. İnsan, Allah'a ve O'nun dinine gerçekten inandığını, şeytanın, kendisini saptırmak için göstereceği büyük çabalara rağmen doğru yoldan dönmeyeceğini göstermelidir. İnsan, inkarcılara uymayacağını, kendi nefsinin tutkularını Allah'ın rızasına tercih etmeyeceğini de ispatlamalıdır. Bunu ise karşısına çıkan olaylara karşı gösterdiği tepkilerle ortaya koyacaktır. Allah, dini kabul eden insanın karşısına sabretmesi gereken bazı zorluklar çıkaracak, bunlara karşı gösterdiği tavırlarla onu imtihan edecektir. Bu gerçek, bir Kuran ayetinde şu şekilde izah edilir: "İnsanlar, (sadece) "İman ettik" diyerek, sınanmadan bırakılacaklarını mı sandılar? " (Ankebut Suresi, 2)
Allah, Kuran'ın başka bir ayetinde iman ettiğini söyleyenleri sınayacağını şöyle bildirmektedir: "Yoksa siz, Allah, içinizden cehd edenleri (çaba harcayanları) belirtip-ayırt etmeden ve sabredenleri de belirtip-ayırt etmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? "  (Al-i İmran Suresi, 142)
Allah'ın Kuran'da bildirmesine rağmen iman eden bir insanın karşılaştığı zorluklara şaşırması elbette doğru olmaz. Bu zorluklar günlük hayatın sanki sıradan gibi gözüken problemleri de olabilir, ilk bakışta büyük bir felaket gibi gözüken olaylar da. Mümin, tüm bunların hepsine imtihan gözüyle bakmalı, Allah'a tevekkül etmeli ve O'nun rızasına uygun olan tavrı göstermelidir. Bir ayette, müminlerin karşılaşacakları zorluklardan şöyle söz edilir: "Andolsun, Biz sizi biraz korku, açlık ve bir parça mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabır gösterenleri müjdele." (Bakara Suresi, 155)
Sadece zorluklar değil, dünya hayatındaki nimetler de Allah'ın birer imtihanıdır. Allah, verdiği her nimetle beraber insanın Kendisine şükredici olup olmadığını dener. İnsan, hem zorluk anlarında hem de nimetler içerisindeki rahatlık anlarında daima alemlerin Rabbi olan yüce Allah'a şükredici olup, O'nun emirlerini yerine getirmelidir. (Harun Yahya, İmtihanın Sırrı)




MALİK-ÜL MÜLK (Mülkün ebedi sahibi)

"De ki: "Ey mülkün sahibi Allah'ım, dilediğine mülkü verirsin ve dilediğinden mülkü çekip-alırsın, dilediğini aziz kılar, dilediğini alçaltırsın; hayır Senin elindedir. Gerçekten Sen, herşeye güç yetirensin." (Al-i İmran Suresi, 26)
Şu an bulunduğunuz yerden etrafınıza baktığınızda gördüğünüz herşeyin Sahibi vardır. Oturduğunuz koltuk, Sahibi'nin var ettiği atomlardan oluşmaktadır. Saksıda duran çiçek, Sahibi'nin ona sağladığı imkanlarla (güneş, su vs.) büyümektedir. Pencereden görünen deniz ve içindeki tüm canlılar onların Sahibi dilediği için orada bulunmaktadır...
Ve hatta kendi bedeniniz; o da sizden tamamen bağımsız olarak sizi var edenin kontrolündedir. Tüm uzuvlarınız, damarlarınız, sinir sisteminiz, hücrelerinizin her biri Sahibi'nizin ilminin ve üstün aklının eserleridir. Bu sayılanların hiçbiri sizin sahip olmayı düşünüp tasarladığınız, sonra da var ettiğiniz şeyler değildir.
Elbette bu gerçek tüm insanlar için geçerlidir. O halde herşeyin mülkü onları Yaratana aittir; yani herşeyin yaratıcısı ve sahibi olan Allah'a...


Sakın unutma

Allah'ın inkar edenlere dünyada da karşılık vermesi

Allah "İnkar edenleri ise, dünyada ve ahirette şiddetli bir azabla azablandıracağım. Onların hiç yardımcıları yoktur." (Al-i İmran Suresi, 56) ayetiyle inkar edenlere dünyada da bir karşılık vereceğini bildirmiştir. Kuran'da bu kimselerin hem fiziksel hem de manevi anlamda bir azapla karşılaşabileceklerine dikkat çekilmiştir.
Allah, "Görmüyorlar mı ki, gerçekten onlar her yıl, bir veya iki defa belaya çarptırılıyorlar da sonra tevbe etmiyorlar ve öğüt alıp (ders çıkarıp) düşünmüyorlar." (Tevbe Suresi, 126) ayetiyle inkar edenlere dünya hayatında zaman zaman çeşitli sıkıntılar isabet ettiğini haber vermektedir. Kuran'da önceki kavimlerin deprem, kuraklık, ürün kıtlığı, tufan, yıldırım düşmesi ya da bir kavmin toplu olarak helak edilmesi gibi azap şekilleriyle karşılaştıklarından da bahsedilmektedir.
Ancak bunun yanında inkarcıların yaşadıkları manevi azap hayatlarının sonuna kadar kesintisiz olarak devam eden sürekli bir azap şeklindedir. Bu insanlar, vicdanlarının kendilerine fısıldadığı doğrulara uymadıkları için vicdan azabından hiçbir zaman kurtulamazlar. Yine aynı şekilde Kuran ahlakını yaşamadıkları için hiçbir zaman gerçek anlamda mutluluğu, dostluğu, sevgiyi ve sadakati de yaşayamazlar. Kendileri gibi çevrelerindeki insanlar da Kuran ahlakını yaşamadıkları için karmaşanın, kaosun ve huzursuzluğun hakim olduğu bir toplum ortaya çıkar. Bunun yanında Allah onlara dünya hayatında pek çok nimet de verir, ancak Allah bunun onlar için hayırlı olmadığını Kuran'da şöyle açıklamaktadır:
"Onların malları ve evlatları seni imrendirmesin; Allah bunlarla, ancak onları dünyada azablandırmak ve canlarının onlar inkar içindeyken zorluk içinde çıkmasını istiyor." (Tevbe Suresi, 85)








Kürek çekenler
Allah aynı canlı türünde bile çok çeşitli detaylar var ederek, yaratmasındaki eşsiz sanatını bizlere gösterir. Örneğin yarım kanatlılar olarak adlandırılan böceklerin denizlerde ve tatlı suda yaşayan türleri vardır. Bu böceklerin bazılarını kaplayan ince tüyler, gövdelerinin çevresinde ince bir hava katmanı tutmaya yarar. Böceklerin özellikle uzun ve kıllı olan bacaklarında oluşan katman bu canlıların su yüzeyinde hızla dolaşmalarını sağlar. Yine yarım kanatlılardan olan kahverengi su akrepleri (Ranatra cinsi) kuyruklarının yakınındaki bir soluk borusunu periskop gibi kullanırlar ve bunu suyun yüzeyine çıkararak solunum yaparlar. İnce uzun gövdeleri suda sürüklenen dal parçasını andırır. Kürekçi böceklerse (Corixidae familyası) bacak çiftlerinden birini kürek olarak kullanır. Bu bacak çifti öbürlerinden daha uzun ve kıllıdır. Suyun yüzeyinden ayrılırken soluyacağı havayı kanatlarının altında taşır.









Hindistan cevizi tohumlarındaki mucize
Hindistan cevizi bitkileri çok uzun süre su içinde kalabilirler. Eğer bu tohumlar da, diğer bitki tohumları gibi suyu görür görmez çimlenmeye başlasalardı, soyları çoktan tükenmiş olurdu. Oysa Allah'ın, yaşadıkları şartlara uygun mekanizmalarla yaratması nedeniyle bu bitkiler varlıklarını sürdürebilmektedir.
Bazı bitkilerin tohumları su vasıtasıyla dağıtılır. Bu tohumların diğerlerinden farklı özellikleri vardır. Örneğin suyu kullanarak tohumlarını dağıtan bitkiler kendi ağırlıklarını azaltıcı ve yüzey alanlarını artırıcı bir yapıya sahiptir. Bundan başka yüzen dokunun birkaç değişik şekli olabilir. Havayla dolu olan hücrelerde içi boşluklu süngerimsi bir yapı bulunabilir ya da hücre aralarındaki boşluklar hemen hemen yok olacak şekilde, tohumun içine hava hapsolmuş olabilir ve bu sayede tohum yüzebilir. Ayrıca yüzen dokunun hücre duvarları suyun içeriye girmesini engelleyecek bir yapıdadır. Bu bitkilerde bunların dışında bitki ile ilgili bütün bilgilerin saklandığı embriyoyu korumak için de ek bir iç katman vardır.
Bu sağlam yapıları sayesinde suyla taşınan tohumların içinde yaklaşık 80 gün süreyle suda kalabilen ve bu süre içinde hiç bozulmayan, çimlenmeyen tohumlar bile vardır. Bunlardan en bilineni hindistan cevizi palmiyesidir. Palmiyenin tohumu, taşımanın güvenli olması için sert bir kabuğun içine yerleştirilmiştir. Bu sert kabuğun içinde uzun bir yolculuk için su da dahil olmak üzere ihtiyaç duyulan herşey hazırdır. Dış tarafı ise tohumun sudan zarar görmemesi için oldukça sert bir dokumayla kaplanmıştır. Hindistan cevizi tohumlarının en dikkat çekici özelliklerinden bir başkası ise suda yüzebilmelerini ve batmamalarını sağlayan hava boşluklarına sahip olmalarıdır. (Harun Yahya, Tohum Mucizesi)
Bütün bu özellikleri sayesinde hindistan cevizi tohumları yüzlerce kilometrelik bir yolu okyanus akıntılarıyla aşabilirler. Kıyıya ulaştıklarında içlerindeki tohum filizlenir ve bir hindistan cevizi ağacı olarak yetişir. Hindistan cevizi tohumlarının tam karaya ulaştıkları zaman açılmaları son derece ilginç ve istisnai bir durumdur. Çünkü bilindiği gibi, bitki tohumları genellikle suya değdikleri anda çimlenmeye başlar. Ama bu durum hindistan cevizi bitkileri için geçerli değildir. Tohumlarını suyla dağıtan bitkiler özel yapıları nedeniyle bu konuda ayrıcalıklıdır. Eğer bu bitkiler de diğerleri gibi suyu görür görmez çimlenmeye başlasalardı, soyları çoktan tükenmiş olurdu. Oysa yaşadıkları şartlara uygun mekanizmaları nedeniyle bu bitkiler varlıklarını sürdürebilmektedirler. Buradaki hassas özelliklerin ve tasarımın evrimcilerin iddia ettikleri gibi tesadüfen gerçekleşemeyeceği açıkça ortadadır.
Tohumların yedek besinlerinin ve sularının miktarı, karaya ulaşma vakitleri kısacası tüm bu özelliklerindeki ince hesaplamalar, tohumları yaratan, sonsuz akıl ve bilgi sahibi olan Allah'ın eşsiz ve üstün aklının delillerindendir.

Masaüstü Görünümü