Harun Yahya

RAMAZAN 2007 - 26. Gün














"… Güzel bir söz, güzel bir ağaç gibidir ki, onun kökü sabit, dalı ise göktedir. Rabbinin izniyle her zaman yemişini verir." (İbrahim Suresi, 24-25)

"Bidatlardan sakının. Zira her bidat delalettir. Ve her delalet de ateştir." HZ. MUHAMMED (S.A.V.)














Ölüm bir son değildir
"Her nefis ölümü tadıcıdır. Biz sizi, şerle de, hayırla da deneyerek imtihan ediyoruz ve siz Bize döndürüleceksiniz." (Enbiya Suresi, 35)

Ölüm, insanın bu dünya hayatında başınageleceğine kesin emin olduğu bir gerçektir. Halbuki insan kendisini bir saat, hatta bir dakika sonra nelerin beklediğinden bile haberdar değildir. Dolayısıyla hayatımızı, emin olmadığımız, akıbetini bilmediğimiz olaylara göre planlamamızın da bir anlamı yoktur. Fakat her ne koşulda, her ne zaman olursa olsun ölümü yaşayacağından herkes emindir. Bu sebeple herkesin yaşamını bu kesin gerçeğe göre düzenlemesi gerekir.
Kaldı ki ölüm de insanın imtihanının bir parçasıdır. Allah, Kuran'da hayatı ve ölümü insanı imtihan etmek için yarattığını şöyle bildirmiştir:
"O, amel (davranış ve eylem) bakımından hanginizin daha iyi (ve güzel) olacağını denemek için ölümü ve hayatı yarattı. O, üstün ve güçlü olandır, çok bağışlayandır." (Mülk Suresi, 2)









Ölüm, sadece dünya hayatının dolayısıyla imtihanın sonudur. Aynı zamanda, sonsuz olan ahiret hayatının da başlangıcıdır. İman edenler, bu nedenle ölümden çekinmezler. Hayatlarını ahirete yönelik salih amellerle geçirdikleri için Allah'ın vadettiği cenneti umarak ölümü güzellikle karşılarlar.
İman etmeyenler ise, ölümü bir yok oluş zannettikleri için ölümden çok korkarlar ve düşüncesi bile onlara ızdırap verir. Bu nedenle ölümü hiç düşünmek, hatta akıllarına bile getirmek istemezler ve bu şekilde ölümden olabildiğince kaçtıklarını zannederler. Oysa bu boşuna bir çabadır. Kimse, Allah'ın kendisine takdir ettiği ölüm saatinden kaçamaz. Bir ayette bu gerçek şöyle vurgulanmaktadır:
"Her nerede olursanız, ölüm sizi bulur; yüksekçe yerlerde tahkim edilmiş şatolarda olsanız bile..." (Nisa Suresi, 78)









Ölümü düşünmemek, gerçeklerden kaçmaktır. Ölüm er ya da geç insanı yakalayacağına göre, ölümü düşünerek hareket etmek akılcı bir davranış olacaktır. Nitekim müminler de hayatlarının son anına kadar salih davranışlarda bulunurlar. Çünkü Allah Kuran'da bu şekilde emretmiştir:
"Ve yakîn (ölüm) sana gelinceye kadar Rabbine ibadet et." (Hicr Suresi, 99)
Öte yandan ölümü düşünmek insanı güçlü ve iradeli kılar. İnsanın nefsinin ve dünyanın aldatıcı zevklerine kanarak kendisini yanlış davranışlara sürüklemesini engeller. Bu nedenle mümin sık sık ölümü düşünmeli, kendi dahil tüm insanların yakında bir gün öleceğini tefekkür etmeli ve dünyaya bu şuurla bakmalıdır.
Ölümle ilgili Allah'ın Kuran'da bildirdiği bir diğer gerçek, ölüm anında yaşanan olaylardır. Ölmekte olan bir kişiyi görenler, onun sadece biyolojik ölümünü seyrederler. Oysa gerçekte, ölen kişi, farklı bir boyuta geçer ve ölüm melekleriyle karşılaşır. Eğer inkarcı bir kişiyse canı ölüm melekleri tarafından azap içinde alınır. Allah, inkarcıları ölüm anında bekleyen şiddetli azabı Kuran'da şu şekilde bildirmiştir:
"Öyleyse melekler, yüzlerine ve arkalarına vura vura canlarını aldıkları zaman nasıl olacak? İşte böyle; çünkü gerçekten onlar, Allah'ı gazablandıran şeye uydular ve O'nu razı edecek şeyleri çirkin karşıladılar; bundan dolayı (Allah,) amellerini boşa çıkardı." (Muhammed Suresi, 27-28)
Ölüm, müminler içinse büyük bir kurtuluş ve ebedi mutluluğun başlangıcıdır. Ruhu acı içinde alınan inkarcıların aksine müminlerin ruhu, "yumuşacık çekip alınır" (Naziat Suresi, 2). "Ve ölüm onlar için adeta uykuda ruhun acısızca bedenden ayrılıp farklı bir boyuta geçmesi gibidir." (Zümer Suresi, 42) Ayetlerde şöyle buyrulmaktadır:
"Adn cennetleri; ona girerler, onun altından ırmaklar akar, içinde onların her diledikleri şey vardır. İşte Allah, takva sahiplerini böyle ödüllendirir. Ki melekler, güzellikle canlarını aldıklarında: "Selam size" derler. "Yaptıklarınıza karşılık olmak üzere cennete girin." (Nahl Suresi, 31-32)


MÜZEKKİ (Her kusur ve ayıptan, manevi kirlerden kullarını temize çıkaran, temizleyen)

"Kendilerini (övgüyle) temize çıkaranları görmedin mi? Hayır; Allah, dilediğini temizleyip yüceltir. Onlar, 'bir hurma çekirdeğindeki iplikçik kadar' bile haksızlığa uğratılmazlar." (Nisa Suresi, 49)
Hatasızlık, kusursuzluk yalnızca Allah'a mahsustur. İnsan ise unutabilir, yanılabilir, gaflete düşüp hata yapabilir. Bu durum insanın Allah'a karşı acziyetinin ve her konuda Allah'a muhtaç olduğunun bir göstergesidir. Mümine düşen, hatasını, eksiğini fark ettiğinde hemen pişmanlık duyup vazgeçmek, tevbe ederek aynı günahı tekrar işlememeye özen göstermektir.
"Ki onlar, ufak tefek günahlar dışında, günahın büyük olanından ve çirkin utanmazlıklardan kaçınırlar. Şüphesiz senin Rabbin, mağfireti geniş olandır. O, sizi daha iyi bilendir; hem sizi topraktan inşa ettiği (yarattığı) ve siz daha annelerinizin karnında cenin halinde bulunduğunuz zaman da. Öyleyse kendinizi temize çıkarıp-durmayın. O, sakınanı daha iyi bilendir." (Necm Suresi, 32)
Samimi bir mümin hatalarının, aczinin bilincindedir. Bu yüzden sürekli olarak Allah'tan bağışlanma diler, Allah'ın rahmetini ve rızasını umar. Allah da samimi kullarının kusurlarını örter, günahlarını bağışlar, onları temizleyip arındırarak üstün bir konuma yükseltir.

Sakın unutma

Ölen bir kimsenin ardından üzülmemek
Allah her insan için belirli bir ömür tespit etmiştir ve hiç kimsenin bu vakti uzatması mümkün değildir. Bu konuda takdir Allah'ındır. Böyle bir durumla karşılaşıldığında mümine düşen en güzel tavır, Allah'ın yarattığı kadere razı olmak ve bu olaya tevekkül ve teslimiyetle yaklaşmaktır. Aksinde, gösterilen tevekkülsüz bir tavır kadere karşı bir isyan anlamına gelir ki, bu, müminin asla yanaşmayacağı bir tavırdır.
Eğer ölen kişi mümin ise, ölüm ile birlikte Allah'ın hoşnutluğuna ve cennetine kavuşacak ve onun için dünyayla kıyaslanmayacak kadar büyük nimetler içerisinde güzel bir hayat yaşayacaktır. Bu durumda bu kişi için değil üzülmek, aksine böyle şerefli bir sonuca ulaşabildiği için sevinmek gerekir. Eğer ölen kişi dünyadaki hayatını Allah'ın rızasını kazanmak için geçirmemişse, bu durumda da cehennemle karşılaşacaktır. Ancak bu da yine Allah'ın adaletinin bir gereği ve Allah'ın takdiri olduğu için, yine üzülecek bir konu yoktur. Çünkü bu kişi kendisine bu son hatırlatıldığı halde bile bile inkar yolunu seçmiştir.
Bunun yanında insanın ölümle birlikte sevdiği bir insandan uzak kaldığı için üzülmesi de yersizdir. Zira unutulmamalıdır ki, eğer o kişi de Allah'ın rızasını kazanmak için ciddi bir çaba gösterirse, sonsuz cennet hayatında sevdiği insanla sonsuz bir beraberliği elde etmesi de söz konusudur. Dolayısıyla bir mümin, bir başka müminin ölümünün ardından onun cennete kavuşmuş olmasını umduğu için hiçbir şekilde üzüntüye kapılmaz. Bir Kuran ayetinde şöyle bildirilir:
"(Ey Muhammed) iman edip salih amellerde bulunanları müjdele. Gerçekten onlar için altlarından ırmaklar akan cennetler vardır. Kendilerine rızık olarak bu ürünlerden her yedirildiğinde: "Bu daha önce de rızıklandığımızdır" derler. Bu, onlara, (dünyadakine) benzer olarak sunulmuştur. Orada, onlar için tertemiz eşler vardır ve onlar orada süresiz kalacaklardır." (Bakara Suresi, 25)


Vaşak Türleri Arasındaki Farklılıklar
Her ikisi de birer vaşak türü olan Lynxler ve Bobcatler şekil ve büyüklük bakımından birbirlerine çok benzerdirler. Ancak her birinin kendi türüne özgü, yaşadıkları ortama uygun çeşitli özellikleri vardır.
Lynxler, Kuzey Amerika'nın serin kuzey ormanlarında yaşarken, Bobcatler Kanada'nın güneyinden Güney Meksika'ya kadar geniş bir alana yayılmışlardır. Kuzey Amerika'da yaşam şartları oldukça zorludur. Örneğin kışın sıcaklık -450C'ye kadar düşebilir. Bu sebeple Lynxlerin ısı kaybını azaltan daha kısa kuyrukları vardır ve ayaklarındaki yastık görevi gören yapıların üzeri yoğun olarak tüylerle kaplanmıştır. Ayrıca Lynxlerin uzun bacakları derin kar içerisinde rahat hareket etmelerine olanak sağlarken, Bobcatlerin daha kısa olan bacakları, dik kayalık dağ eteklerinde ve dağlık alanlardaki sık çalılıklarda kolaylıkla tırmanmalarına daha uygundur. Bu, Allah'ın eşsiz yaratmasındaki çeşitlilikten sadece bir örnektir.


Hücre mucizesi
İnsan vücudumuzun büyük küçük her noktasında karmaşık bir hayat hüküm sürer. Vücudumuzun herhangi bir organının derinliklerini mikroskop altında incelediğimizde, o bölgede organı oluşturmak üzere biraraya gelmiş ve her an faaliyet içinde olan milyonlarca minik canlının yaşadığını görürüz. Yalnızca insan değil, bütün canlılar hücre denilen bu mikroskobik canlıların biraraya gelmesiyle oluşurlar
Vücudumuzda 100 trilyondan fazla hücre bulunur ve bunlardan bazıları o kadar küçüktür ki bunların bir milyon tanesi biraraya gelse ancak bir iğne ucu kadar yer kaplar. Hücre, canlı vücudunun bilinen en küçük yapıtaşıdır. Bugün değil hücre, hücreyi meydana getiren proteinler ve hatta onu da meydana getiren amino asitlerin oluşumu bile açıklanabilmiş değildir. Dolayısıyla canlılığın oluşumunun evrimle açıklanması mümkün değildir. Aksine; hücre, insanı Allah'ın "yarattığının" en göz kamaştırıcı delillerinden birini oluşturmaktadır.
İçimizdeki Kusursuz Fabrikalar
Hücre, her türlü dış tehdit ve saldırıya karşı kendini koruyacak bir savunma sistemine sahiptir. Dahası, içerdiği bunca yapı ve sisteme, içinde cerayan eden sayısız faaliyete rağmen, ortalama bir hücrenin büyüklüğü modern bir şehir gibi kilometrelerce kare değil, yalnızca milimetrenin 100'de biri kadardır.
Peki bu düzenin ve aklın kaynağı nedir? Nasıl olur da vücudunuzdaki 100 trilyon hücrenin her biri ayrı ayrı böylesine inanılmaz bir düzeni sağlayan akla sahip olabilir? Bunun cevabı çok basittir; akıl, bu moleküllerde ya da bunları içinde barındıran hücrede değil, bu molekülleri, bu işleri yapacak şekilde programlanmış olarak yaratan Allah'a aittir. Bu olağanüstü düzen, Allah'ın kusursuz yaratışının bir sonucudur:
''O Allah ki, yaratandır, (en güzel bir biçimde) kusursuzca var edendir, 'şekil ve suret' verendir. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanların tümü O'nu tesbih etmektedir. O, Aziz, Hakimdir.'' (Haşr Suresi, 24)








Masaüstü Görünümü