Harun Yahya

Faşizmin din düşmanlığı

Avrupa'daki pagan kültürü Hıristiyanlık tarafından bastırılmasına rağmen ölmemiştir. Çeşitli öğretilerle, bazı tarikatlarla, masonluk gibi gizli örgütlerle yaşamaya devam etmiş ve Avrupa tarihinin 16. ve 17. yüzyıllarında yeniden belirgin bir biçimde ortaya çıkmıştır. Çeşitli Avrupalı düşünürler, Platon veya Aristo gibi eski Yunan düşünürlerinin kitaplarından etkilenerek pagan dünyasının kavramlarını yeniden Avrupa'ya taşımaya başlamışlardır.

Platon, Yunan faşist şehir devleti Sparta'daki modeli savunurken, faşizmin bir diğer yönünü, yani toplumun devlet tarafından büyük bir baskıyla yönetilmesini de savunmuştur. Platon'a göre bu baskı günlük hayata o kadar hakim olmalıdır ki, insanlar devletin emirleri dışında hiçbir şey düşünemez hale gelmeli, kendi akıl ve iradelerini tamamen bir kenara bırakarak, adeta beyinleri yıkanmış bir şekilde hareket etmelidirler. Karl Popper'in kitabının hemen başında faşist zihniyetin tam bir ifadesi olarak aktardığı Platon'a ait aşağıdaki sözler, faşist düzenin yapısını tarif eder:

En temel prensip şudur ki, erkek veya dişi olsun hiçbir kimse lidersiz olmamalıdır. Ve de hiç kimsenin zihni, bir şeyi kendi inisiyatifi ile yapmasına izin verecek şekilde düşünmeye alıştırılmamalıdır... En küçük konuda bile liderliğin yönetimi altında olmalıdır. Örneğin sabah kalkması, hareket etmesi, yıkanması veya yemek yemesi, sadece eğer bunları yapması emredilmiş ise gerçekleşmelidir. Tek kelimeyle, ruhunu öyle bir şekilde eğitmelidir ki, asla bağımsız olarak davranmayı hayal etmemeli ve bunu yapma yeteneğinden de tamamen yoksun hale gelmelidir. (Karl R. Popper, The Open Society and Its Enemies, Vol I The Spell of Plato, London, Routledge & Kegan Paul, 1969, s. 7)

Faşist liderin eski tarihteki en belirgin örneği: Firavun


Bu düşünce ve uygulamalarıyla, Spartalılar ve Platon, faşizmin temel özelliklerini de ortaya koymuşlardır: İnsanları hayvan türü olarak gören bir anlayış, fanatik bir ırkçılık, savaşın ve çatışmanın yüceltilmesi, toplumun devlet baskısıyla ve "beyin yıkama" yöntemleriyle yönetilmesi...

Benzer faşizm uygulamaları, diğer bazı pagan toplumlarında da görülmüştür. Eski Mısır'ı yöneten Firavun'ların kurduğu sistem, bazı yönleriyle Sparta faşizmini andırır. Mısır Firavunları da güçlü bir askeri disipline sahip devlet sistemleri kurmuşlar ve bunu kendi halklarına baskı uygulamak için kullanmışlardır. Hz. Musa döneminde Mısır'ı zalimce yöneten Firavun -tarihi kaynaklarda II. Ramses olarak geçer- Sparta'daki bebek katliamlarını hatırlatan bir zalimlikle ülkesindeki tüm Yahudi erkek çocukların katledilmesini emretmiştir. Bu Firavun'un kendi halkına karşı uyguladığı fikri baskı da Platon'un tarif ettiği faşist baskı sistemini hatırlatmaktadır. Allah'ın Kuran'da bildirdiğine göre, Firavun tüm halkına "Ben, size yalnızca gördüğümü (kendi görüşümü) gösteriyorum ve ben sizi doğru yoldan da başkasına yöneltmiyorum" (Mümin Suresi, 29) diyerek totaliter bir telkinde bulunmuştur. Kendisinin pagan inancını reddederek Hz. Musa'nın getirdiği hak dine inanan büyücülerini ise "Ben size izin vermeden önce O'na iman ettiniz, öyle mi? ... Muhakkak ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim ve hepinizi idam edeceğim" diye tehdit etmiştir. (Araf Suresi, 123-124)

Hz. İsa'nın Tebliğinden sonra Faşist ideolojinin gerilemesi


Avrupa'ya hakim olan faşist-pagan kültür, 2. ve 3. yüzyıllarda Hıristiyanlığın önce Roma'ya sonra da tüm Avrupa'ya yayılmasıyla birlikte kademeli olarak ortadan kalktı. Hıristiyanlık, her ne kadar önemli tahrifatlara uğramış da olsa, Hz. İsa'nın insanlara tebliğ ettiği hak dinin temel ahlaki özelliklerini Avrupa toplumlarına taşıdı. Daha önceden şiddeti, çatışmayı, kan dökmeyi kutsal ve meşru sayan, sürekli birbiri ile çatışan farklı kabilelerden, ırklardan, şehir devletlerinden oluşan Avrupa, önemli bir değişim geçirdi:

1) Irkçılık ve kabile savaşları ortadan kalktı: Pagan dünyada, her farklı kabile, her farklı ırk bir diğerini düşman olarak görüyor ve bu farklı gruplar arasında daimi bir çatışma yaşanıyordu. Her pagan toplumunun kendi kendine uydurduğu ayrı tanrılar, ayrı totemler vardı ve bunlar adına savaşıyorlardı. Hıristiyanlıkla birlikte, tek bir inanç, tek bir kültür ve hatta tek bir dil Avrupa'nın geneline hakim oldu ve pagan dünyanın çatışmaları ortadan kalktı.

2) Şiddet yerine barış ve merhamet kavramları kutsal hale geldi: Pagan toplumlarda kan dökmek, insanlara acı çektirmek, işkence yapmak, bir kahramanlık olarak görülüyor, hayali "savaş tanrı"larını tatmin edecek meşru bir eylem sayılıyordu. Hıristiyanlıkla birlikte, insanların birbirlerine, (düşmanlarına dahi) sevgi ve merhametle yaklaşmaları gerektiği, kan dökmenin Allah katında büyük bir suç olduğu gerçeği Avrupa toplumları tarafından öğrenildi.

3) İnsanı bir hayvan türü olarak gören anlayış ortadan kalktı: Spartalıların savaşçılarını "bekçi köpekleri"yle bir tutması, putperest toplumlarda yaygın olan "animist" inançların bir uzantısıydı. Animizm, doğaya ve doğadaki hayvanlara bir ruh atfedilmesi anlamına geliyordu. Dolayısıyla animizme göre bir insanla bir hayvan veya bir bitki arasında önemli bir fark yoktu. Dinin hakimiyetiyle birlikte, bu batıl inanış ortadan kalktı ve insanın Allah tarafından verilmiş bir ruha sahip olduğu, hayvanlardan tamamen farklı bir varlık olduğu ve dolayısıyla hayvanlarla aynı kanunlara tabi olamayacağı gerçeği Avrupa toplulukları tarafından anlaşıldı.

Faşizm insanı hayvan olarak görür

Bu üç maddede belirtilen pagan özellikler, yani ırkçılık ve kan dökücülük ve insanın bir hayvan türü sayılması, faşizmin temel özellikleridir. Bu eğilimler, Avrupa'da Hıristiyanlık tarafından yenilgiye uğratılmıştır. Ortadoğu'da ise aynı zafer, İslam tarafından Arap paganizmine (putperestliğine) karşı kazanılmıştır. Araplar (ve diğer Ortadoğu ve Orta Asya toplumları da) İslam öncesinde savaşçı, kan dökücü, ırkçı bir kültüre sahiptiler. Hatta Sparta'da uygulanan "istenmeyen bebeklerin ölüme terk edilmesi" vahşeti, putperest Araplar'da da kız çocuklarının diri diri toprağa gömülmesi şeklinde uygulanmıştır. Kuran'da bu vahşi uygulama şöyle haber verilir:

Ve 'diri diri toprağa gömülen kızcağıza' sorulduğu zaman: "Hangi suçtan dolayı öldürüldü?" (Tekvir Suresi, 8-9)

Oysa onlardan biri, O, Rahman (olan Allah) için verdiği örnek ile (kız çocuğunun doğumuyla) müjdelendiği zaman, yüzü simsiyah kesilmiş olarak kahrından yutkundukça yutkunur. (Zuhruf Suresi, 17)

Araplar ve diğer Ortadoğu ve Orta Asya toplumları, ancak İslam'la şereflendikten sonra kan dökücülükten uzak, barışçı, ılımlı, medeni bir kültüre kavuşmuşlar, eski kabile savaşlarından, göçebe (bedevi) vahşiliğinden kurtularak dini bir birlik içinde huzur ve istikrar bulabilmişlerdir.

Faşizmin Tekrar Canlanması


Avrupa'daki pagan kültürü Hıristiyanlık tarafından bastırılmasına rağmen ölmemiştir. Çeşitli öğretilerle, bazı tarikatlarla, masonluk gibi gizli örgütlerle yaşamaya devam etmiş ve Avrupa tarihinin 16. ve 17. yüzyıllarında yeniden belirgin bir biçimde ortaya çıkmıştır. Çeşitli Avrupalı düşünürler, Platon veya Aristo gibi eski Yunan düşünürlerinin kitaplarından etkilenerek pagan dünyasının kavramlarını yeniden Avrupa'ya taşımaya başlamışlardır.

Neo-paganizm, yani yeni-paganlık denebilecek olan bu akım, çok uzun bir süreç sonucunda giderek güçlenmiş ve 19. yüzyılda da Hıristiyanlığa karşı üstün gelerek Avrupa'yı fikren etkisi altına almıştır. Bu uzun sürecin detaylarına burada girmesek de, bazı ana hatları belirtmek yararlı olabilir.

Neo-paganizmin ilk öncüleri, "Hümanistler" olarak bilinen düşünürlerdir. Bu kişiler, eski Yunan kaynaklarından etkilenerek Platon, Aristo gibi düşünürlerin pagan felsefelerini benimsemiş ve yaymaya çalışmışlardır. "Hümanizm" kavramıyla ifade ettikleri inanış ise, Allah'ın varlığını ve insanın Allah'a karşı sorumluluğunu göz ardı eden, insanı tek başına üstün ve yüce bir varlık olarak tarif eden sapkın bir felsefedir. Hümanizm'in etkileri 17. ve 18. yüzyılda ortaya çıkan Aydınlanma felsefesiyle daha ileri boyutlara varmıştır. Aydınlanma felsefecileri, eski Yunan'da gelişmiş bir felsefe olan materyalizmi benimsemişler ve hararetle savunmuşlardır. (Materyalizm, Leucippus ve Democritus gibi Yunan düşünürleri tarafından ortaya atılan, her şeyi maddeden ibaret sayan dogmatik bir felsefedir.)

Paganizmin yeniden doğuşu, Aydınlanma felsefesinin siyasi sonucu olarak kabul edilen Fransız Devrimi'nde çok belirgin bir şekilde ifade edilmişti. Fransız Devrimi'nin kanlı "terör" dönemine liderlik eden Jakobenler, Hıristiyanlık yerine paganizmi benimsiyor ve Hıristiyanlığa karşı da büyük bir nefret körüklüyorlardı. Devrimin en ateşli günlerinde Jakobenlerin yoğun propagandası sonucunda yaygın bir "Hıristiyanlıktan çıkma" hareketi gelişti. Hatta bunun yanısıra Hıristiyanlık yerine pagan sembollere dayalı yeni bir "akıl dini" ortaya atıldı. İlk belirtileri 14 Temmuz 1790'daki Federasyon Bayramı'nda görülen "devrimci ibadet" gittikçe yayılmaya başladı. Jakobenlerin eli kanlı lideri Robespierre, "devrimci ibadet"e yeni kurallar da getirmiş, bu ibadetin ilkelerini bir rapor halinde belirleyerek adına da "Yüce Varlık İbadeti" demişti. Bu gelişmenin çarpıcı bir sonucu, ünlü Notre Dame Kilisesi'nin "aklın tapınağı"na dönüştürülmesiydi. Kilise'nin duvarlarındaki Hıristiyan figürleri sökülmüş ve orta yere "akıl tanrıçası" olarak tanımlanan bir kadın heykeli, yani pagan bir put yerleştirilmişti.

Pagan kültürünün bu şekilde yeniden doğması ve Avrupa'ya fikren hakim olmaya başlaması, pagan dünyasına ait bir sistem olan faşizmin de yeniden doğuşunun yolunu açıyordu. Nitekim Sparta'da uygulanan faşist sistemin bir benzeri, yani Nazi Almanyası, bu pagan kültüre dayanacaktı. Ancak 18. yüzyıl sonundaki Fransız Devrimi'nden 20. yüzyıl başındaki Nazi Almanyası'na gitmek için, bazı önemli kültürel değişiklikler gerekiyordu. Bu değişiklikler 19. yüzyıldaki bazı düşünürler tarafından gerçekleştirildi. Bunların en önemlisi, Charles Darwin'di.

Masaüstü Görünümü