Harun Yahya

Faşizmin baskıcı yönetimi

Faşistlerin iktidarı ele geçirme yolunda verdikleri mücadele tamamıyla gayri meşru ve insan haklarına aykırı uygulamalar içermektedir.

Faşizm ilk başarısını İtalya'da kazandı. İtalya'daki toplumsal gerilimi ve sistem arayışını fırsat bilen Mussolini, savaşın bitmesinden sonra eski askerleri, işsizleri ve üniversite öğrencilerini biraraya topladı. Önderliğini yaptığı faşist grup Roma'nın eski şaşaalı devirlerini geri getirme sloganıyla kendini tanıtıyordu. Mussolini, yandaşlarını "Kara Gömlekliler" olarak bilinen yarı-askeri bir yapı içinde örgütledi. Kara Gömleklilerin yöntemleri şiddete dayalıydı. Rakip, gördükleri gruplara karşı sokak saldırıları düzenlemeye başladılar. Roma usulü selam tarzlarıyla, şarkılarıyla, üniformalarıyla, slogan ve resmi geçitlerle cahil ve umutsuz halk üzerinde duygusal bir heyecan meydana getirdiler.

29 Ekim 1922'de faşistler, altı generalin komutası altında 50 bin faşist milisle yürüyerek Roma'ya girdiler. Kral, karşısındaki gücün zor ve baskıyla neler yapabileceğini ve onlara karşı koymasının mümkün olmadığını bildiği için, hükümeti kurmak üzere Mussolini'yi çağırdı. Bunu takip eden gelişmeler neticesinde İtalyan faşistleri idareyi ellerine aldılar. Mussolini, bir süre sonra diğer bütün siyasi partileri kapattırdı. Muhalefet liderlerinin bir kısmı yurt dışına çıktı, bir kısmı da hapse atıldı.

Hitler'in baskıcı yönetimi

Hitler de benzeri yöntemlerle iktidara geldi. Nazi hareketi 1920'lerin başında doğmuş ve henüz o yıllarda ünlü Birahane Darbesi girişimiyle ilk şiddet hareketini gerçekleştirmişti. (Hitler 8 Kasım 1923'te tam bir çeteyi andıran birlik askerleri ve 600 SA askeriyle birlikte Bavyera Devlet Komiseri Gustav Kahr'ın konuşma yaptığı Münih Şehir Birahanesi'ndeki toplantıyı bastı. Hitler toplantının ortasında, büyük bir hışımla içeri girerek salonu işgal etti, tavana ateş ederek milli devrim ilan ettiğini söyledi. Ancak bu darbe başarılı olmadı, Hitler tutuklandı ve 9 aylık sürgün hayatı yaşadı.) Daha sonraki yıllarda Naziler rakiplerine karşı korku salarak, Yahudi düşmanlığını körükleyerek güçlendiler. Sonunda Nazi partisi parlamentonun önemli partilerinden biri haline geldi. Tabi bunu yaparken Naziler aynen İtalyan Faşist Partisi'nin yaptığı gibi sık sık yasa dışı yolları kullandılar. 30 Ocak 1933 günü Hitler şansölyeliğe (başbakanlığa) atandı. Atayan yaşlı Cumhurbaşkanı Hindenburg'du. Çünkü Nasyonal Sosyalist hareket tehlikeli bir biçimde kuvvetini artırıyordu. Bu durumun farkında olan Hindenburg bir iç savaşa yol açmamak için bu atamayı yaptı. Hitler, Mart ayında yeni bir seçime gitti. Bu seçimde Naziler, faşist iktidarların tümünün yaptığı gibi korkutma, sindirme ve hile yollarına başvurdular.

Böylece hem yürütme, hem de yasama gücü Hitler'in eline geçmiş oldu. Ancak kısa bir süre sonra Hitler'in yetkileri daha da artacaktı. Nitekim 1934 Ağustosu'nda Hindenburg'un ölümü üzerine, Cumhurbaşkanlığı ve şansölyelik makamları birleştirildi. Ve her ikisini de Hitler üzerine aldı. Hitler, Mussolini'nin izlediği siyaseti takip ediyordu. Güç kullanmasının yanı sıra her türlü antidemokratik yönteme de başvurabiliyordu. Örneğin bütün muhalefet partilerini kapattı, sendikaları yasa dışı ilan etti, kişi özgürlüklerini ise tamamıyla ortadan kaldırdı. Üniversite hocalarının dahi Hitler'e bağlılık yemini etmesi gerekiyordu. Nazi baskısı yaşamın her sahasına girdi.

İspanya'yı kana bulayan Franco


Franco ise İspanya'da kanlı bir iç savaşın ardından iktidara geldi. Hitler ve Mussolini tarafından desteklenen Franco'nun orduları, uzun ve acımasız bir savaş sonucunda karşıtları olan komünistleri yenerek İspanya'ya hakim oldular. Ardından Franco son derece baskıcı bir rejim kurdu ve ülkeyi 1975 yılına kadar "demir yumruk" politikasıyla yönetti.

Faşizmin, muhaliflerin baskıyla sindirilmesi yöntemi

Faşizmin toplumun beynini yıkama çabasının ilginç bir göstergesi, Nazi Almanyası'nda görülen toplu kitap yakma törenleridir.

Bu törenlerin ilki 10 Mayıs 1933 tarihinde gerçekleşti. Daha önceden dünyanın en iyileri olarak bilinen Alman üniversite öğrencileri Berlin ve Almanya'nın diğer şehirlerinde toplanıp "Alman olmayan" fikirlerle dolu kitapları yaktılar. Binlerce kitabı, çevresinde Nazi selamı vererek, Nazi marş ve şarkıları söyleyerek ateşe attılar.

Nazi propaganda sorumlusu Joseph Goebbels Berlin'de öğrencilere yaptığı konuşmasında şunları söylemişti:

"... Alman devriminin ani saldırısı yine Almanların çizdiği yöndeki yolu aydınlatmıştır. Gelecekteki Alman vatandaşı sadece kitapların adamı olmayacak, fakat karakter adamı olacak. Biz sizi bu sona hazırlamak için eğitmek istiyoruz. Genç bir insan olarak, acımasız bakışla yüzleşmek için gereken cesarete sahip olmak, ölüm korkusunun üstesinden gelmek ve ölüm için saygıyı yeniden kazanmak. İşte bunlar bu genç neslin görevleridir. Ve böylece gecenin bu saatinde geçmişin kötü ruhunu yakmada başarılı olursunuz. Bu güçlü, büyük ve sembolik bir eylemdir. Bu eylem, sayacaklarımı dünyanın önünde herkesin öğrenmesi için belgelenmelidir. Burada Kasım (Demokratik) Cumhuriyeti'nin entelektüel kuruluşu batmaktadır, fakat bu kalıntıdan çıkacak yeni bir ruh zaferle yükselecektir..."

Kitap yakmak faşist yönetimlerin en belirgin özelliklerinin bir göstergesidir: Faşist devlet sadece kendi ideolojisinin öğrenilmesine izin verir. Bunun dışında hiçbir insan herhangi bir başka fikre sahip olmamalıdır. Bu fikrinden dolayı ya cezalandırılır ya kitabı yakılır ya da kendisi bir şekilde susturulur. Her birey sadece devletin ideolojisine hizmet eden bir araç olarak görülür. Bu ideolojiyi benimsemeyenlere ise zor ve baskı yoluyla istenilenler yaptırılmaktadır.

Bu nedenle eğitim sistemi de tamamen faşist devletin ideolojisine yönelik olarak kurulmuştur. Nasyonal sosyalizmin temel ilkelerinin 20. maddesinde tüm eğitim sisteminin değiştirilmesi yer alıyordu. Bu değişim elbette faşizm yönündeydi. Daha ilkokul çağlarından itibaren çocuklar her türlü ahlaki değerden, insani duygulardan uzak, sevgi ve merhametten yoksun olarak duygusuz bir biçimde yetiştiriliyorlardı. Güçlü olanın her zaman haklı olduğu prensibiyle eğitiliyor, kaba kuvvetin hedefe ulaşmak için şart olduğuna inandırılıyorlardı. 10-18 yaşındaki Alman çocuklarına hitap eden kurum ise "Hitler Jugend" yani Hitler Gençliği idi. Hitler Jugend'e katılanların hepsinden sosyal hayatlarında çok dikkatli olmaları ve Nazi karşıtlarını ispiyon etmeleri isteniyordu. Aralarından anne-babalarını ihbar edenler bile çıkıyordu. Hitlerjugend (Hitler Gençliği) giderek büyüdü ve 1935'te tüm genç nüfusun %60'ını bünyesinde barındırır hale geldi.

Yine faşist rejimlerin uyguladıkları ortak taktiklerden biri de halkı ve de özellikle gençleri eğitimde aldatıcı bir politikayla yönlendirmeleriydi. Toplumdan gerçek tarihi gizliyor, bunun yerine kendileri tarafından düzenlenmiş hayali bir tarih öğretiyorlardı. Bundaki amaç ise halkı faşist idealler etrafında birleştirebilmek ve onları faşist politikalar konusunda şevklendirecek, faşizme daha da bağlanmalarını sağlayacak bir kültür oluşturmaktı. Öğrenim kademelerinde gerek tarih gerekse felsefe tamamen faşist devlet tarafından düzenleniyordu. Beyinler sezdirilmeden faşist ideoloji ile yıkanıyor, bunun dışındaki tüm fikirlere sansür uygulanıyordu.

Masaüstü Görünümü