Harun Yahya

Faşizmin sapkınlığı

Faşizm, kadınları sevgi, merhamet, şefkat gibi duygularla özdeşleştirmektedir ve kadınlara karşı olan antipatisinde bunun büyük rolü vardır. Öte yandan, savaşçılık, kan dökücülük, acımasızlık, sertlik gibi eğilimler ise "erkeksi" karakter olarak tarif edilmekte ve bu nedenle "erkeklik" adeta kutsal bir kavram gibi yüceltilmektedir.

Faşizmin kadın düşmanlığı

Faşizmin fazla dikkat çekmeyen, fakat büyük önem taşıyan bir yönü daha vardır: Faşizm, kadınlara karşı düşmanca bir tutum içindedir ve kadınları erkeklerden aşağı görür.

Bu gerçeği 20. yüzyılın faşist liderlerinin söylev ve demeçlerinde bulmak mümkündür. Örneğin Mussolini 12 Kasım 1922 tarihinde Fransız Journal gazetesi muhabiri Maurice de Valeffe'e verdiği demeçte kadınları açıkça aşağılamıştır:

Benim genel oy hakkını sınırlama niyetinde olduğumu söyleyenler var. Hayır! Her yurttaş Roma Parlamentosu için sahip olduğu oy hakkını koruyacaktır... Ayrıca size itiraf edeyim ki kadınlara oy hakkı tanımayı düşünmüyorum. Bir yararı yok bunun. Kadınların devlet işlerine katılmaları konusundaki kanım her türlü feminizme karşı niteliktedir. Elbet, kadın bir köle olmamalı, ama ona oy hakkı verirsem tefe koyarlar beni. Bizim devletimizde kadın hesapta olmamalıdır. (Maria A.Macciocchi, Faşizmin Analizi , Çeviren: Cemal Süreya, Payel Yayınları, İstanbul 2000, s.108)

1930'da büyük ekonomik bunalım başladığı sıralarda ise Mussolini kadınların çalıştıkları işlerden ayrılmaları talimatını vermişti. Çünkü kadınları "erkeğin ekmeğine el uzatan hırsızlar, erkek kısırlığının suçluları" olarak görüyordu.56 "Duçe"nin kadınlara bakış açısını vurgulayan en önemli sözler Fransız gazeteci Helene Gosset'nin kendisiyle 1932'de yaptığı bir konuşmada göze çarpmaktadır:

Kadın boyun eğmelidir. Bir analiz gücü varsa da sentez gücü yoktur onun. Hiçbir zaman mimari bir yapıt ortaya koymuş mudur? Bir tapınaktan söz etmiyorum, bir kulübe kurmasını isteyin kadından, üstesinden gelemeyecektir. Kadın, bütün sanatların sentezi olan mimariye yabancıdır; ve yazgısı da bu noktada düğümlenmektedir işte. (Maria A.Macciocchi, Faşizmin Analizi , s. 126)

Kadınlara iş hayatında yapılan bu kısıtlama eğitim alanında da kendisini göstermiş ve alınan bir dizi önlemle kadınların öğrenim ve iş yaşamları kısıtlanmıştır. Örneğin 30 Ocak 1927 tarihli kararname ile kadınlara liselerde edebiyat ve felsefe derslerinin okutulması kesinlikle yasaklanmıştır. 1928'de çıkartılan kararnameyle kadınların eğitimine karşı yasal önlemlere başvurulmuş kadınların birinci devre orta öğretim kurumlarında müdürlük yapmaları önlenmiştir. Kız öğrencilere orta öğrenimlerinde ve üniversitelerde iki kat harç ödeme yükümlülüğü getirilmiştir.

Mussolini'nin Meclise sunduğu 28 Kasım 1933 tarihli yasa gücünde kararname metninde ise şunlar yazılıdır: "Devlet kurumları, eleman almak için açılacak sınavlarla ilgili ilanlarda kadınları dışarıda tutacak koşullar koymaya yetkilidirler. Kamu görevlerinde çalışan kadınların artışına karşı bir sınır belirlemek zorunludur." (Maria A.Macciocchi, Faşizmin Analizi , s. 128-129) 1 Eylül 1938 tarihli yasa gücünde kararnameyle, kadınların, kamu görevlerindeki kadro toplamının ancak %10'unu doldurabileceği belirlenmiştir.

Nazi Almanyası'nda ise kadınlara karşı belirlenen "ikinci sınıf vatandaş" statüsü daha da belirgindi. Alman Milli Eğitim Bakanlığı, lise bitirenlerin %10'undan fazlasının kız olmamasına karar vermişti. 1934'te, liseyi bitirmiş her 10.000 kızdan, yalnız 1.500'üne yüksek öğrenim kurumlarında okuma izni verildi. 1929'da, 39 nasyonel-sosyalist öğrenim kurumu vardı. Bunların yalnız ikisi kızlar içindi. Kızlara, orta öğrenimleri sırasında Latince derslerine girmeyi yasaklamak için de yasalar çıkarıldı; onlar daha liseyi bitirmeden önce, yüksek okullara ve üniversiteye girişleri önlenmiş oluyordu. (Maria A.Macciocchi, Faşizmin Analizi , s. 132-133)

Bunlar sadece toplumsal konum veya işbölümüyle ilgili düzenlemeler değil, asıl Nazizm'in biyolojik dogmalarıyla ilgili uygulamalardı. Faşizmin Analizi kitabının yazarı Maria A. Macciocchi'nin yorumuna göre Nazilerin gözünde kadın bir çeşit hayvandı. (Maria A.Macciocchi, Faşizmin Analizi , s.134). Bu felsefeye göre kadın, farkları belirmemiş ilkel bir ırktı, biyolojik yönden aşağı düzeydeydi. (Maria A.Macciocchi, Faşizmin Analizi , s. 163)

Faşizmin Cinsel Sapkınlığı


Faşizm, kadınları sevgi, merhamet, şefkat gibi duygularla özdeşleştirmektedir ve kadınlara karşı olan antipatisinde bunun büyük rolü vardır. Öte yandan, savaşçılık, kan dökücülük, acımasızlık, sertlik gibi eğilimler ise "erkeksi" karakter olarak tarif edilmekte ve bu nedenle "erkeklik" adeta kutsal bir kavram gibi yüceltilmektedir.

Faşist ideolojinin bu "erkeksilik" efsanesi biraz aralandığında ise, karşımıza eşcinselliğin sapık dünyası çıkmaktadır.

Faşizm ile eşcinsellik arasındaki bu az bilinen ama önemli bağlantı, faşizmin en eski modeli olan Sparta'ya kadar uzanır. Paganizmin en belirgin özelliği ise, Allah tarafından vahyedilmiş ahlak kıstaslarına ve kurallarına sahip olmayışıydı. Bu nedenle pagan dünyasında her türlü cinsel sapkınlık kolayca gelişebiliyordu. Bunların arasında en uç noktaya gidenler ise, eski Yunan'daki şehir devletleriydi. Atina'da ve Sparta'da eşcinsellik gayet doğal, meşru bir ilişki olarak görülüyor, hatta bir meziyet gibi tanımlanıyordu.

Özellikle faşizmin atası olan Sparta'da "erkeklik" kavramına özel bir önem atfediliyor, eşcinsellik ise "erkek sevgisi" adı altında makbul bir davranış sayılıyordu. Spartalı askerler, birbirleriyle cinsel ilişkiye girerek güçlerini artırdıklarına inanırlardı. İÖ 50-120 yıllarında yaşayan tarihçi Chaeronea'lı Plutarch, ordudaki en seçkin askerlerden oluşan 300 kişilik özel savaşçı birliğin gerçekte "150 çift sevgili"den oluştuğunu yazıyordu. (Eva Cantarella, Bisexuality in the Ancient World, New Haven, Yale University Press, 1992, s. 72)

Sparta'da 12 yaşına gelen güçlü erkek çocuklarının hepsi orduya alınır ve ilk iş olarak da ordudaki tecrübeli askerler tarafından iğfal edilirlerdi. Bu sapık ilişkilerin Sparta'nın "savaşçı" kültürünün ve kan dökmeye tutkun ordusunun en büyük güç kaynağı olduğuna inanılıyordu.

İşte bu iğrenç ve sapık kültür, 19. yüzyılda doğan yeni-paganizm akımıyla birlikte yeniden hortladı. Bu sapkınlığın en önemli merkezi ise Almanya'ydı. Bu akımın öncüsü olan Adolf Brand, 1902 yılında, erkek çocuklarına olan sapık cinsel eğilimleri ile tanınan Wilhelm Jansen ve Benedict Friedlander ile birlikte, Özgünler Derneği'ni (Gemeinschaft der Eigenen) kurdu. Friedlander, 1904 yılında "Yunan Erotizminin Yeniden Doğuşu" (Renaissance des Eros Uranios) adlı bir kitap yayınladı.

The Pink Swastika'da, bu sapkınlığın Nazilerle sınırlı olmadığı, ABD'de faaliyet gösteren çeşitli neo-Nazi ve ırkçı örgütlerin liderleri arasında da pek çok eşcinselin yer aldığı, bu sapkınlığın faşizmin adeta kalıtsal bir özelliği olduğu yine kanıtlarıyla anlatılmaktadır.

Allah'ın sapkın kavimleri azapla helak etmesi


Faşist paganlar, Kuran'da anlatılan bir diğer pagan (putperest) kavmin, Hz. Lut'un peygamber olarak gönderildiği Lut kavminin sapıklığını uygulamaktadırlar.

Ancak bu sapıklığı uygulayanlar, Lut kavminin uğradığı sonu akıllarından çıkarmamalıdırlar. Bu sapkın kavmin uğradığı akıbet Kuran'da şöyle bildirilir:

Hani Lut da kavmine şöyle demişti: "Sizden önce alemlerden hiç kimsenin yapmadığı hayasız-çirkinliği mi yapıyorsunuz? "Gerçekten siz kadınları bırakıp şehvetle erkeklere yaklaşıyorsunuz. Doğrusu siz, ölçüyü aşan (azgın) bir kavimsiniz." Kavminin cevabı: "Yurdunuzdan sürüp çıkarın bunları, çünkü bunlar çokça temizlenen insanlarmış!" demekten başka olmadı. Bunun üzerine Biz... onların üzerine bir (azab) sağanağı yağdırdık. Suçlu-günahkarların uğradıkları sona bir bak işte. (Araf Suresi, 80-84)

Masaüstü Görünümü