Harun Yahya

21. Yüzyılın gerçek tarihi




20. yüzyıl geride kaldı. Şu an 21. yüzyılda; yepyeni bir çağdayız. Geçtiğimiz yüzyılda materyalist felsefenin, -hangi isimle ortaya çıkarsa çıksın- yıkımdan başka bir şey getirmediğini gören insanlar artık Allah'a yöneliyor. Özellikle 20. yüzyılın son dönemlerinde başlayan, dine ve maneviyata yöneliş, hızlı bir şekilde tüm dünyayı sardı.

20. yüzyıl insanlık tarihinin en önemli dönemlerinden biridir. Bu yüzyıl biterken bilim ve teknoloji alanında yaşanan gelişmeler, ister istemez bir sonraki yüzyılın nasıl olacağı sorusunu ortaya çıkarmıştı.

1980'li yılların sonunda iki kutuplu bir dünyanın ortadan kalkması, tarihin muhtemel seyri konusunda yeni yaklaşımların ortaya atılmasına neden oldu. Bu yaklaşıma "Yeni Dünya Düzeni" adı verildi. "Yeni Dünya Düzeni", kısa zamanda birkaç teorik zemine birden oturtuluverdi.

Yeni dönemin en önemli teorisyenlerinden olan Francis Fukuyama, liberal kapitalist değerlerin insanlığın ulaşabildiği en yüksek değerler olduğunu iddia ediyordu. Fukuyama "Tarihin Sonu mu?" makalesiyle başlattığı tartışmada, dünyanın her yanındaki siyasal yönetim sistemlerinin ve yaşam anlayışlarının birbirine benzemeye başladığını iddia etmişti. Ona göre ideolojilerin belirleyiciliği ortadan kalkmıştı ve dünya, ekonomiye dayanan bir rekabetin içine düşmekteydi. Elbette bu iddia ilk değildi, Fukuyama'dan önceki dönemlerde de, determinist ve Darwinist bir tarih anlayışı çerçevesinde tarihin rekabet ve çatışmayla geliştiği tezi ileri sürülmüştü.

Fukuyama'dan tarihin sonu iddiası

Yeni teze göre ise insanlık, tarih içinde ulaşmak istediği son mutlu noktanın eşiğindeydi. Francis Fukuyama, 11 Eylül saldırılarından sonra Wall Street Journal'da çıkan bir yazısında, sosyal bilimlere uyarlanmış Darwinist bir yaklaşımla, insanlığın geleceğini şöyle tanımlıyordu:

"Benim kullandığım 'tarih' kelimesi farklı bir anlam taşıyordu. İnsanoğlunun, yüzyıllar boyunca liberal demokrasi ve kapitalizm gibi kurumlarla tanımlanan, modernliğe doğru ilerlemesine atıfta bulunuyordu. 1989 yılında komünizmin çöküşünün arifesinde yaptığım bu gözlem, evrimsel sürecin dünyada daha büyük toplulukları modernliğe doğru bir araya getirdiğiydi. Liberal demokrasi ve serbest pazar ekonomisinin ötesine baktığımız zaman gelişmesini bekleyeceğimiz başka bir şey yoktu. Bu yüzden de tarihin sonuydu."




Determinist tarih inancıyla, insanlığın artık yolun sonuna geldiğini iddia edenler, Avrupa, Ortadoğu ve dünyanın diğer bölgelerindeki istikrarsızlık ve birbiri ardına çıkan savaşlar karşısında şaşırdılar. 20. yüzyıla kadar İslam ahlakının yaşandığı Ortadoğu, Balkanlar, Kafkasya ve Afrika'nın çok farklı kültürleri ve etnik yapıları içinde barındıran bölgeler kargaşaya gömüldüler.

Bu gelişmelerin üzerine başta Harvard Üniversitesi'nden Prof. Samuel P. Huntington olmak üzere bir takım teorisyenler, genelde muhalif bir tez ileri sürerek, önümüzdeki yılların medeniyetler çatışmasına sahne olacağını iddia ettiler. Bu kişilere göre medeniyetler arasındaki kültürel farklar fikri çatışmalara neden olacak ve bu çatışmalar kutuplaşmaları hızlandırıp fiili hale dönecektir.

Samuel P. Huntington, 1993 yılında yazdığı 23 sayfalık bir makaleyle "Medeniyetler Çatışması" tezini ortaya atmıştı. Bu tez ilk ortaya atıldığında farklı tepkiler aldı. Son dönemdeki gelişmeler ve Batılı bazı devlet adamlarının verdiği demeçler bu tez hakkındaki tartışmaları tekrar canlandırdı.

Dünya yeni bir döneme girerken Huntington da Fukuyama gibi ideolojilerin belirleyiciliğinin sona erdiğini ve dinlerden kaynak bulan medeniyetler çağına geri dönüldüğünü ileri sürüyordu. Yazarın düşüncelerine göre, bu dönemde medeniyetler arasındaki çatışmalar giderek çoğalacaktı. Önümüzdeki yüzyılda dünya, tümüyle bu çatışmalara sahne olacaktı. Huntington, en büyük çatışmanın ise, Batı ve İslam medeniyetleri arasında yaşanacağını öngörüyordu.

Medeniyetler çatışması görüşüne Kuran'da bildirilen çözüm

Kuran'da insanlara çatışma değil, barış ve esenlik vaat edilmektedir. Allah Kuran'da, insanlar arasında farklı dinlerden bile olsa uzlaşmanın ve hoşgörünün var olması gerektiğini şöyle bildirmektedir:

"De ki: "Ey Kitap Ehli, bizimle sizin aranızda müşterek (olan) bir kelimeye (tevhide) gelin. Allah'tan başkasına kulluk etmeyelim." (Al-i İmran Suresi, 64)




Bu gerçek, Huntington'ın medeniyetler çatışması öngörüsünü tek başına geçersiz kılmaktadır. Çatışma olabilmesi için iki tarafın da saldırgan ve kavgacı bir düşünceye sahip olması gerekir. Oysa İslam diğer dinlere ve medeniyetlere karşı hoşgörülü ve uzlaşmacıdır.

20. yüzyılda yaşanan belaların sebepleri ise, ağırlıklı olarak 19. yüzyılda ortaya atılan fikirlerdi. İlk çağlardan beri, yaratılışı inkar eden ve maddenin mutlak varlık olduğunu iddia eden ideolojiler, Darwin'in ortaya attığı evrim teorisinden güç bulunca, geniş bir alana yayıldılar. Bu çarpık ideolojiler bir anda toplumların hayat felsefesi haline geldiler.

Materyalist ideolojilerin toplumlardaki uygulaması, zayıfı ezen, devlete başkaldıran, aile kavramını hiçe sayan, barış, huzur, kardeşlik tanımayan, sevgi, vefa, saygı gibi manevi değerlerden uzak, her türlü ahlaki değeri yok sayan, sanattan, bilimden zevk almayan nesiller oluşturarak, yalnızca maddeye önem veren bir anlayışın hakim olması şeklindeydi. Materyalist anlayış doğrultusunda toplumlara empoze ettikleri fikirler sonucunda da Allah'ın varlığını ve dini inkar eden, hiç kimseye karşı sorumluluk olmadığını düşünen kitlelerin oluşması hedeflenmişti. 20. yüzyılın savaşların, belaların ve sıkıntıların çağı olarak tarih sahnesinde yerini alması, işte bu materyalist zihniyetin sonucudur.

Ancak artık 20. yüzyıl geride kaldı. Şu an 21. yüzyılda; yepyeni bir çağdayız. Geçtiğimiz yüzyılda materyalist felsefenin -hangi isimle ortaya çıkarsa çıksın- yıkımdan başka bir şey getirmediğini gören insanlar artık Allah'a yöneliyor. Özellikle 20. yüzyılın son dönemlerinde başlayan, dine ve maneviyata yöneliş, hızlı bir şekilde tüm dünyayı sardı.

Bu gelişmeler, Allah'ın kulları için seçip beğendiği İslam ahlakını yeryüzünde etkin kılacağı vaadinin yakınlaşmasının da birer alametidir. Kuran'ın pek çok ayetinden anlaşıldığı üzere, Allah İslam ahlakını, dilediği kullarını vesile ederek hakim kılacağını müjdelemektedir. Allah, Nur Suresi'nin 55. ayetinde bu vaadini şöyle bildirmiştir:

"Allah, içinizden iman edenlere ve salih amellerde bulunanlara va'detmiştir: Hiç şüphesiz onlardan öncekileri nasıl 'güç ve iktidar sahibi' kıldıysa, onları da yeryüzünde 'güç ve iktidar sahibi' kılacak, kendileri için seçip beğendiği dinlerini kendilerine yerleşik kılıp sağlamlaştıracak ve onları korkularından sonra güvenliğe çevirecektir. Onlar, yalnızca bana ibadet ederler ve bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Kim bundan sonra inkar ederse, işte onlar fasıktır." (Nur Suresi, 55)




Dünyanın geleceği ile ilgili teoriler üretenler her ne kadar birbirlerinden farklı düşüncelere sahip gibi görünseler de, bunların ortak oldukları bir nokta vardır; o da karamsarlıktır. Materyalist bakış açısıyla değerlendirdikleri olaylar, ümitvar olmalarını engellemektedir. Daha da önemlisi Allah'ın inanan kulları için daima iyi ve güzel olanı istediğini hesap edememektedirler.

Masaüstü Görünümü