Harun Yahya

Fransa dinden neden bu kadar korkuyor?

İki öğrencinin başörtülü oldukları gerekçesiyle okullarından uzaklaştırılmaları Fransa ile birlikte birçok ülkeyi de derin tartışmaların içine sürükledi. Fransız hükümeti bu yasağı daha genişletti ve “dini kimliği açık şekilde ifade eden sembol ve kıyafetleri yasaklayan” bir yasa tasarısı hazırlattı. Bu yasa, başörtüsü ile birlikte Hıristiyan haçını ve Yahudi kippasını da kapsıyor. Karar çok büyük bir tepki dalgasını da beraberinde getirdi. Müslüman ülkeler, İngiltere, ABD ve Almanya gibi Batılı hükümetler kararı kınarken, uygulamanın Fransa’da bir kamplaşmaya ve gerginliğe neden olacağını vurguladılar. Ayrıca sözkonusu yasanın inanç özgürlüğüne ve en temel insan haklarına aykırı olduğunun üstünde durdular. Ancak şu an için tepkiler Fransız hükümetinin kararından geri dönmesine sebep olmadı.

Fransa’da yaşananları sadece dini sembollere yönelik bir yasak olarak değerlendirmemek gerekir. Fransız toplumunun dini değerlere ve din ahlakına yönelik korkusu çok daha eski tarihlere uzanmaktadır. Fransız siyasal kültürünün ve din-devlet ilişkilerinin tarihi gelişimine vakıf olanlar, bu tür tartışmaların ve uygulamaların Fransız toplumuna çok tanıdık olduğunu bilirler. Üstelik bu korku sadece İslam dini ya da Yahudilik ile de sınırlı değildir. Fransız ihtilali sırasında Katoliklere yönelik yapılan katliam zihinlerden hala silinmiş değildir.

Fransa’da din-devlet ilişkilerinin bugünkü şeklini alması çatışmalarla, nefretle, öfkeyle ve katliamlarla gerçekleşmiştir. Bu mücadele 18. yüzyılda Katolik Kilisesine yönelik olarak başlatılmış ve Kilisenin toplum üzerindeki etkisini azaltmayı hedeflemiştir. Bu süreci aynı zamanda manevi değerlerden, din ahlakından uzaklaşılıp materyalist felsefenin toplumda hakim hale getirilme süreci olarak da tanımlamak mümkündür.

Aydınlanma, Avrupa toplumlarının dini değerlerden uzaklaştığı dönemdir

Materyalist fikirlerin Avrupa toplumlarında yaygın bir kabul görüp toplum yapısını dinden uzaklaştıracak şekilde etkileyişi, "Aydınlanma" dönemi olarak bilinir. Kuşkusuz bu terimi seçenler, (yani bu fikri değişime "aydınlanmak" gibi olumlu bir tanım getirenler) bu fikri sapmanın öncüleridir. Daha önceki Kilise’nin güçlü olduğu dönemi, "karanlık dönem" olarak tanımlamışlar, bunun sorumluluğunun din olduğunu öne sürmüşler ve Avrupa'nın sekülerleşmesiyle, yani dinden uzaklaşmasıyla birlikte "aydınlandığını" iddia etmişlerdir. Bu, taraflı, çarpık ve sahte tablo, günümüzde hala din karşıtlarının en temel propaganda malzemelerinden birini oluşturur.

Gerçekte ise 'Aydınlanma' Batı'ya hiç de olumlu şeyler getirmemiştir. Aydınlanma'nın en önemli ayağı Fransa'da yaşanmıştır ve bu süreçten sonra gelen Fransız Devrimi, ülkeyi bir kan gölüne çevirmiştir. Fransız aydınları için aydınlanma, insan aklının tüm dini ve manevi değerlerden arınması anlamına gelmiştir. 18. yüzyıl Fransası’nda yaşayan neredeyse tüm düşünürler bu düşünceyi paylaşmışlardır. Fransız İhtilali, Fransa’da hakim olan bu aydınlanma düşüncesi üzerine bina edilmiş ve modern tarihin en barbar, en acımasız ve en vahşi ihtilali olmuştur. Jakobenler ihtilalden sonra yönetimi ele geçirir geçirmez ilk iş olarak giyotini harekete geçirmiş; “zengin” ya da “dindar” olmaktan öte suçu bulunmayan binlerce insanı giyotine göndermiştir. Fransız İhtilali’nin “Lyon kasabı” lakaplı liderlerinden Fouche üç kişilik bir komisyonun başında toprak ve dini aristokrasiyi ortadan kaldırmak üzere Lyon kentine gönderilir. Fouche, senatonun başındaki Robespierre’e gönderdiği mektupta giyotinle işlerin çok ağır gittiğini, devrimin bu ağır gidişe tahammülünün bulunmadığını bildirerek “temizleme” işini toplu yapma izni ister. İzin alınınca günde binlerce insan, elleri arkadan bağlı vaziyette, devrimin topları tarafından taranarak acımasız bir şekilde katledilir.

Bugün aydınlanmacı literatürde Fransız Devrimi övülerek anlatılır, oysa devrim Fransa'ya çok şey kaybettirmiş, 20. yüzyıla kadar sürecek olan sosyal çatışmaları başlatmıştır. Ünlü İngiliz düşünür Edmund Burke'ün Fransız Devrimi ve Aydınlanma dönemi hakkındaki analizleri bu konuda oldukça yol göstericidir. Burke, 1790'da yayınladığı Reflections on the French Revolution (Fransız Devrimi Hakkında Düşünceler) adlı ünlü eserinde, gerek Aydınlanma fikrini gerekse onun sonucu olan Fransız Devrimi'ni eleştirmekte, bu hareketlerin toplumu birarada tutan din, ahlak, aile yapısı gibi temel değerleri parçaladığını, teröre ve anarşiye zemin hazırladığını vurgulamakta, Aydınlanma'yı "insan aklının parçalayıcı bir hareketi" olarak nitelemektedir. 1

Bu parçalayıcı hareketin liderleri ise masonlardır. Fransız Devrimi'ni hazırlayan Voltaire, Diderot, Montesquieu gibi din aleyhtarı düşünürlerin hepsi masondur. Masonlar, Fransız Devrimi'nin öncülüğünü yapan Jakobenler ile de hep iç içe olmuşlardır. Öyle ki, kimi tarihçiler dönemin Fransası'nda Jakobenizmi ve masonluğu birbirinden ayırmanın güç olduğu kanısındadırlar. (Bkz. Harun Yahya, Yeni Masonik Düzen, 1996)

Fransız Devrimi sırasında dine karşı çok ciddi bir düşmanlık sergilenmiştir. Pek çok din adamı giyotine gönderilmiş, kiliseler tahrip edilmiş, dahası Hıristiyanlığı tamamen kaldırıp yerine "Akıl Dini" denen ve pagan sembolleri ile ifade edilen sapkın bir din oluşturulmak istenmiştir. Devrime liderlik edenler de bu çılgınlığın kurbanı olmuş, her biri pek çok insanı gönderdikleri giyotine en son kendi başlarını vermiştir. Bugün pek çok Fransız "devrim yapmakla iyi mi yaptık" sorusunu tartışmaktadır.

Fransız Devrimi'nin din aleyhtarı dalgası kısa sürede tüm Avrupa'ya yayılmış ve bunun sonucunda da 19. yüzyıl, din düşmanlığının en saldırgan dönemi olmuştur.

Fransa'da Din Karşıtı Mücadele


Fransız devriminin içinde masonların oynadığı rol, Comte Cagliostro adlı bir "ajan-provokatör" tarafından henüz o yıllarda itiraf edilmişti. Cagliostro 1789'da Engizisyon tarafından tutuklanmış ve sorgu sırasında önemli itiraflarda bulunmuştu. Anlattıklarının başında, masonların tüm Avrupa'da zincirleme bir devrim yapma planları geliyordu. Masonların asıl amacının ise, Papalığı yok etmek olduğunu ya da Papalığın ele geçirilmesinin hedeflendiğini açıklamıştı. 2

Masonluğun bu ülkedeki misyonu devrimle birlikte bitmedi. Devrimin ardından doğan karmaşa, sonunda Napoleon'un iktidarı ele geçirmesiyle istikrara kavuştu. Ancak bu dönem de uzun sürmedi, Napoleon'un tüm Avrupa'ya hükmetme hırsı, iktidarının sonunu getirdi. Bundan sonra da Fransa'da istikrar ve monarşi yanlıları ile devrimciler arasındaki çatışma sürdü. 1830'da ve 1848'de ve 1871'de üç ayrı devrim daha yaşandı. 1848'de "İkinci Cumhuriyet", 1871'de ise "Üçüncü Cumhuriyet" kuruldu. 1881 yılında ise Katoliklik Fransa’nın resmi dini olmaktan çıkarıldı, 1988 yılında ise dini eğitim tamamen eğitim sisteminden çıkarıldı.

Bu çalkantılı dönemin içinde masonlar her zaman son derece aktif oldular. En büyük hedefleri ise, kiliseyi ve dini inançları zayıflatmak, dini değer ve kuralların toplum üzerindeki etkisini yok etmek, dini eğitimi ortadan kaldırmaktı. Masonluk, "antiklerikelizm" (kilise düşmanlığı) olarak bilinen sosyal ve siyasi hareketin karargahı gibi işlev gördü.

The Catholic Encyclopedia, "Grand Orient" olarak bilinen Fransız masonluğunun bu din karşıtı misyonu hakkında önemli bilgiler vermektedir:

Grand Orient'in resmi bülten ve el kitabında bulunan Fransız masonluğunun resmi dökümanları, Fransız Parlamentosu'na geçmiş Kilise karşıtı tüm kanunların Mason localarına önceden geçirildiğini ve Grand Orient'in yönetimi altında uygulandığını ispatlamaktadır. Ki burada açıkça ifade edilen amaç, Fransa'daki herşeyi kontrol altına almaktır. 1903 Kongresi'nde resmi konuşmacı olan vekil Massé, 1898 Kongresi'ndeki konuşmasını şöyle anlatıyor:

''Masonluğun en önemli görevi politik ve seküler mücadelelere her gün daha fazla müdahale etmektir... Kilise karşıtı mücadeledeki başarı büyük ölçüde masonluk sayesindedir. Masonluğun ruhu, programları, yöntemleri galip gelmiştir. Eğer (Kilise karşıtı) blok kurulduysa, bu masonluk ve localarda öğretilen disiplinin sonucudur... Eğer işimizi bitirmek istiyorsak, ki henüz bitmemiştir, tetikte olmalıyız ve karşılıklı güvene sahip olmalıyız. Bu iş, yani kiliseye karşı mücadele, biliyorsunuz ki halen sürmektedir. Cumhuriyet, kendisini dini kurumlardan kurtarmalı ve bunun için onları güçlü bir darbeyle süpürmelidir. Yarım yaptırımlar her yerde tehlikelidir, karşımızdakiler tek bir darbeyle ezilmelidir. 3

The Catholic Encyclopedia, Fransız masonluğunun dine karşı verdiği savaşı anlatmayı şöyle sürdürmektedir:

Gerçekte 1877'den itibaren Fransa'da uygulamaya konan; eğitimin dinden soyutlanması, özel Hıristiyan okullarına ve hayır derneklerine karşı yaptırımlar, dini kurumların kapatılması, Kilisenin mallarına el konması gibi "kilise karşıtı" tüm Masonik reformlar, sadece Fransa'da değil, tüm dünyada insan toplumlarının anti-Hıristiyan ve din dışı bir şekilde yeniden organize edilmesi hedefine yöneliktir. Dolayısıyla Fransız masonluğu, Masonluğun tümünün öncüsü olarak, evrensel bir Masonik Cumhuriyetin kurulacağı bir çağın başlangıcını kutlamak eğilimindedir. Grand Orient'in Büyük Üstadı Senator Delpech, 20 Eylül 1902'deki konuşmasında şöyle demektedir:

"Celileli'nin zaferi 20 yüzyıl sürdü, ama şimdi ölüm zamanı geldi... Masonik Birliğin kurulduğu günden, Celileli efsanesinin üzerine kurulmuş olan Roma Kilisesi'nin erimesi de zaten başlamıştı." 4

Söz konusu masonun "Celileli" derken kast ettiği kişi Hz. İsa'dır. Çünkü Hz. İsa, İncil'e göre Filistin'in Celile (Galile) kentinde doğmuştur ve yine İncil'de Hz. İsa'ya "Celileli İsa" diye seslenildiği bildirilir. Dolayısıyla masonların Kilise nefreti, Hz. İsa'ya ve onun şahsında tüm İlahi dinlere duydukları nefretin bir ifadesidir. 19. yüzyılda inşa ettikleri materyalist, Darwinist ve hümanist kültürle, kendilerince, İlahi dinleri öldürdüklerini ve Hıristiyanlık öncesinde olduğu gibi Avrupa'yı tekrar pagan yaptıklarını düşünmüşlerdir.

Bu sözlerin söylendiği 1902 yılında, Fransa'da çıkarılan bir seri kanun, din karşıtlığını ileri boyutlara götürmüştür. Tam 3000 dini okul kapatılmış, okullarda herhangi bir dini eğitim verilmesi yasaklanmıştır. Pek çok din adamı hapsedilmiş, bazıları ülkeden sürgün edilmiş, dindarlar adeta ikinci sınıf insan uygulaması görmeye başlamıştır. Bu nedenle 1904 yılında Vatikan, Fransa ile olan tüm diplomatik ilişkilerini kesmiş, ama Fransa'nın tavrında bir değişiklik olmamıştır. Ta ki Fransa I. Dünya Savaşı'na girip, Alman orduları karşısında yüz binlerce insanını kaybedip, gururu kırılıp, "maneviyat"ın önemini anlayana dek.

Fransız Devrimi'nden başlayarak 20. yüzyıla kadar süren din karşıtı savaş, The Catholic Encyclopedia'nın belirttiği gibi, "önceden mason localarında geçmiş olan kanunların meclise onaylatılması" ile yürümüş, yani temelde Fransız masonluğunun (Grand Orient'in) bir operasyonu olarak devam etmiştir. Bu gerçek, mason kaynaklarından açıkça anlaşılmaktadır. Örneğin Türk masonlarının bir yayınında "Gambetta Birader'in 8 Temmuz 1875 günü Clémente Amitié Locası'nda Yaptığı Konuşmadan" şu alıntı yapılmaktadır:

İrtica hortlağı Fransa'yı tehdit ederken, din doktrinleri ve geri fikirler, modern cemiyetin prensiplerine ve kanunlarına karşı hücuma geçerken, Fran-masonluk gibi çalışkan, ileri görüşlü, hür ve kardeşlik umdelerine bağlı bir teşkilatın sinesinde, Kilisenin hudutsuz iddiaları, gülünç izamları ve adi tecavüzleri ile mücadele etme kuvvet ve tesellisini buluyoruz... Uyanık olmalıyız ve mücadeleye dayanmalıyız. Beşeriyetin nizam ve tekamül idealini teessüs ettirmek gayesiyle, aşılamayacak siperimizi temin edecek dayanışmayı kuralım. 5

Dikkat edilirse masonik edebiyat sürekli olarak kendi fikirlerini "ilericilik" olarak göstermekte, dindarları ise "gericilikle" itham etmektedir. Oysa burada yapılan bir kelime oyunudur. Alıntıda "irtica hortlağı" olarak söz edilen kavram, zaten gerçek dindarların da karşı olduğu bir olgudur. Ama masonlar bu ifade ile gerçek ve hak dini hedef almakta, insanları dinden uzaklaştırmaya çalışmaktadırlar. Ayrıca belirtmek gerekir ki, asıl olarak masonluğun savunduğu materyalist-hümanist felsefe, Eski Mısır, Eski Yunan gibi pagan medeniyetlerden miras kalmış oldukça batıl ve "geri" bir düşüncedir.

Dolayısıyla masonların "ilericilik-gericilik" söyleminin hiçbir gerçekçi temeli yoktur. Gerçekte böyle bir temel de olamaz, çünkü masonlar ile dindarlar arasındaki çelişki, her ikisi de tarihin en eski devirlerden bu yana var olan iki fikrin arasındaki çelişkinin bir tekrarından başka bir şey değildir. Bu iki fikirden birincisi, insanın Allah'ın yarattığı ve O'na ibadet etmekle sorumlu bir varlık olduğunu beyan eden dindir, ki doğru olan da budur. Diğeri ise, insanın yaratılmadığını, başıboş olduğunu ve hayatının da bir amacı bulunmadığı öne süren inkarcı düşüncedir. Bu gerçek anlaşıldığında, gericilik-ilericilik gibi yüzeysel kavramların pek bir mana taşımadığı da görülür.

Masonların "ilerleme" kavramını kullanarak gerçekte dini yok etmek istedikleri, The Catholic Encyclopedia tarafından şöyle açıklanıyor:

Aşağıdakiler (masonluk tarafından kullanılan) en önemli yöntemler olarak sayılabilir:

Açık bir baskı politikasıyla veya Devlet ve Kilise arasındaki ayrım adı altındaki daha ikiyüzlü sistemi kullanarak, Kilisenin ve dinin tüm sosyal etkisini yok etmek... Kiliseyi, tüm gerçek dini, yani insanüstü bir kaynaktan gelen dini ortadan kaldırıp, bunun yerine "insanlık" gibi soyut kültler yerleştirmek... Aynı şekilde "dinler arasında ayırım yapmamak" sloganı altında, tüm özel ve kamusal hayatı, en başta da toplumsal yönlendirim ve eğitimi sekülerleştirmek.

Grand Orient (Fransız Büyük Locası) tarafından kast edildiği manasıyla, söz konusu "dinler arasında ayırım yapmamak" kavramı, anti-Katolik, anti-Hıristiyan, ateist, pozitivist veya agnostiktir.

(Grand Orient'e göre) çocukların düşünce özgürlüğü ve vicdanı tamamen ve sistematik olarak okulda şekillendirilmeli ve mümkün olduğunca Kilisenin ve din adamlarının hatta kendi ailelerinin bile etkisinden çıkarılmalı, bunun için gerekirse fiziksel ve manevi yaptırımlar kullanılmalıdır. Grand Orient grubu, bunu, nihai hedefi olan evrensel sosyal cumhuriyetin kurulması... için asla vazgeçilemez ve yanılmaz bir yol olarak görmektedir. 6

Görüldüğü gibi masonluk, "sosyal yaşamın özgürleşmesi" adı altında, toplumun tamamen dinsizleştirilmesine yönelik bir program yürütmüştür ve hala da yürütmektedir. Bunun, her vatandaşın dini inancına saygı duyan, bu inancın özgürce yaşanması için fırsatlar sağlayan demokratik laiklik modeli ile karıştırılmaması gerekir. Söz konusu demokrat laiklik modeli, dindar olan veya olmayan her bireyin veya grubun özgürlüğünü güvence altına almaktadır. Oysa masonluğun amaçladığı "sekülarizasyon", toplumun ve bireylerin zihninden dinin tamamen çıkarılmasını ve bu amaçla dindarlara baskı yapılmasını hedefleyen bir kitlesel beyin yıkama programıdır.

Din ahlakı tüm sorunların çözümüdür, asıl sorun ise dinsizliktir

18. yüzyıldan başlayarak 3 yüzyıl süren bu “Fransa’nın dinsizleştirilmesi” politikası sonuç vermiş ve günümüzde Fransa dinden, din ahlakından, dindarlardan korkan bir toplum haline gelmiştir. Son yıllarda başta Müslümanlar olmak üzere farklı din mensuplarına yönelik saldırılar da bu sürecin bir sonucu olarak görülmelidir. Oysa bu temeli olmayan bir korkudur. Asıl korkulması gereken din değil, dinsizliktir. Din ahlakı toplumlara huzur, barış, adalet, güven ve hoşgörü getirir. Din ahlakının hakim olduğu bir toplumda şiddetin, dejenerasyonun, korkunun yaşanması mümkün değildir. Bu nedenle de Fransa’da yaşanan “din korkusu” gereksiz bir korkudur. Savaşın, çatışmaların, şiddetin, ahlaksızlığın hakim olduğu toplumlar din ahlakının hakim olmadığı toplumlardır.

Dinden uzak bir toplumda insanların çoğunluğunun bencil, adaletsiz ve kötü ahlaklı olmaları kaçınılmazdır. Çünkü insanların gerçek anlamda güzel ahlaklı olmalarının ardındaki tek sebep din ahlakının yaşanmasıdır. Allah'a iman eden, ahirete kesin bilgiyle inanan insanlar, Allah'ı hoşnut edebilmeyi istedikleri ve yaptıklarının hesabını vereceklerinin bilincinde oldukları için hareketlerini Allah korkusuna dayandırırlar. Allah'ın menettiği kötü hal, tavır ve davranışlardan, olumsuz ahlak özelliklerinden kaçınırlar. Bu insanların yaşadığı bir toplumda ise her türlü sosyal problem bertaraf edilir. Fakat din ahlakından uzak bir insan, işlediği kötülüklerin karşılığını eninde sonunda alacağına, yaptıklarının hesabını vereceğine inanmadığı için hareketlerinde herhangi bir sınır gözetmez. Yaptığı şeylerden dolayı kimseye hesap vermeyeceğini düşünen bir insan için kötülükte çekinilecek hiçbir sınır yoktur. Prensip gereği bazı olumsuz hareketleri yapmıyor olsa bile uygun ortam bulduğunda, mecbur kaldığında, çevresinden teşvik gördüğünde ya da bir fırsatını bulduğunda bunları yapmaktan çekinmez.

Din olmayan toplumlarda insanlar her türlü ahlaksızlığa açık duruma gelirler. Örneğin dindar bir insan ahirette hesabını vereceğini bildiği için kesinlikle rüşvet almaz, kumar oynamaz, kıskançlık yapmaz, yalan söylemez. Ama dinsiz bir insan bunların hepsini yapabilir. Bir insanın "ben dinsizim ama rüşvet almıyorum" veya "ben dinsizim ama kumar da oynamıyorum" demesi yeterli olmaz. Çünkü Allah korkusu olmayan ve ahirette hesap vereceğine inanmayan bir insan, ortam veya şartlar değiştiğinde bunlardan herhangi birini kolaylıkla yapabilir. "Dinsizim ama fuhuş yapmıyorum" diyen bir insan fuhuşun normal karşılandığı bir yerde fuhuş yapabilir. Veya rüşvet almadığını söyleyen bir insan eğer Allah'tan korkmuyorsa "oğlum hasta ölmek üzere, onu için rüşvet almak zorundayım" diyebilir. Oysa dindar bir insan böyle bir ahlakı göstermez. Çünkü Allah'tan korkar ve Allah'ın, niyetini de, düşüncelerini de bildiğini unutmaz, samimi davranır ve günahtan kaçınır.

Dinden uzak bir insan "dinsizim ama affediciyim, intikam veya kin hissi duymam" diyebilir. Ama bir gün öyle bir olay olur ki çileden çıkar ve en umulmayacak tavrı gösterir. Bir insanı öldürmeye, yaralamaya kalkabilir. Çünkü üzerinde taşıdığı ahlak, ortamlara, koşullara, yaşanılan yere göre değişen bir ahlaktır. Oysa Allah'a ve ahirete inanan bir kişi koşullar ve ortam ne olursa olsun güzel ahlak göstermekten kesinlikle taviz vermez. Ahlakı "değişken" değil "oturmuş" olur. Allah dindar insanların üstün ahlakını ayetleriyle haber vermiştir:

Onlar Allah'ın ahdini yerine getirirler ve verdikleri kesin sözü (misakı) bozmazlar. Ve onlar Allah'ın ulaştırılmasını emrettiği şeyi ulaştırırlar. Rablerinden içleri saygı ile titrer, kötü hesaptan korkarlar. Ve onlar-Rablerinin yüzünü (hoşnutluğunu) isteyerek sabrederler, namazı dosdoğru kılarlar, kendilerine rızık olarak verdiklerimizden gizli ve açık infak ederler ve kötülüğü iyilikle savarlar. İşte onlar, bu yurdun (dünyanın güzel) sonucu (ahiret mutluluğu) onlar içindir. (Rad Suresi, 20-22)

Dinsiz bir ortamda öncelikle aile kavramı ortadan kalkar. Aileyi oluşturan sadakat, vefa, bağlılık, sevgi ve saygı gibi değerler tamamen yok olur. Unutulmamalıdır ki aile, toplumun temelidir ve eğer aile çökerse toplum da çöker. Dolayısıyla devlet ve millet olmanın bir anlamı kalmaz, çünkü devleti ve milleti oluşturan tüm manevi değerler yıkılmış olur.

Ayrıca dinsiz toplumlarda kimsenin kimseye saygı, sevgi ve merhamet duyguları duyması için bir neden kalmaz. Bunun sonucunda ise sosyal anarşi oluşur. Zenginler fakirlere, fakirler zenginlere kinlenir, sakat veya muhtaç olanlara karşı kızgınlık oluşur. Farklı kavimlere karşı saldırgan olunur, işçiler patronlarına patronlar işçilerine, baba oğula oğul babaya karşı saldırganlaşır. Sürekli kan dökülmesinin, gazetelerdeki "üçüncü sayfa haberleri"nin nedeni dinsizliktir. Bu haberlerde her gün gözünü kırpmadan ve çok sıradan sebeplerle birbirlerini öldüren kişilerin haberleri verilir. Oysa ahirette hesabını vereceğini bilen bir insan, silahı başka bir insanın yüzüne doğrultup onu öldüremez. Allah'tan korkar ve kötü hesaptan kaçınır. Allah insanları bozgunculuk çıkarmaktan Kuran'da şöyle men etmiştir:

Düzene konulması (ıslah)ndan sonra yeryüzünde bozgunculuk (fesad) çıkarmayın; O'na korkarak ve umut taşıyarak dua edin. Doğrusu Allah'ın rahmeti iyilik yapanlara pek yakındır. (Araf Suresi, 56)

Din ahlakının varlığı, Allah sevgisini beraberinde getireceği için bu, tüm insanlarda çok olumlu ve güzel bir etki yapar. Herkes Allah'ın rızasını kazanmak için güzel ahlak gösterir, birbirini Allah rızası için sever, sayar. Toplumun geneline barış, huzur, şefkat, merhamet, hoşgörü hakim olur. Diğer yandan Allah korkusu sayesinde herkes ahlaksızlıklardan ve kötülüklerden kaçınır. Asırlardır engellenemeyen, önü alınamayan her türlü olumsuzluk bir anda biter. Dinin sıcaklığı ve ruhu her yere hakim olur.

Din ahlakının yaşanmadığı toplumlarda insanların isyancı kişiliklere büründükleri, anarşist eylemlerde bulundukları, devlete karşı cephe aldıkları bilinen bir gerçektir. Oysa din ahlakını yaşayan insanlar için devlet ve millet kavramları çok büyük değere sahiptir. Gerektiğinde devleti için kişi canını tehlikeye atar, devletinin, milletinin çıkarlarını şahsi menfaatlerinden üstün görür. Milli ve manevi değerlerini canla başla korur. Devlet böyle bir ortamda çok rahat yönetilir. Ülke çok daha güvenli ve müreffeh bir hale gelir. İdareciler de insanlara karşı çok adil, merhametli olurlar, her türlü adaletsizlik ortadan kalkar. Dolayısıyla kendileri de çok saygı görürler. Böyle devletler de çok güçlü ve sarsılmaz bir temele sahip olurlar.

Din ahlakı yaşanmadığında ise baba oğula, oğul babaya düşman olur, kardeş kardeşe düşer, işçi patrona, işveren işçiye düşman olur. Anarşi yüzünden fabrikalar, iş yerleri çalışmaz, hasar görür. Sosyal anarşi olur, fakir kesimler zenginlere saldırır, zenginler fakirleri ellerinden geldiğince sömürmeye çalışır. Çesitli meslek grupları diğerlerine saldırır. Toplum kargaşalardan, anlaşmazlıklardan, anarşiden geçilmez. Tüm bunların nedeni insanların Allah korkularının olmamasıdır. Allah korkusu olmayan insanlar rahatça haksızlık, adaletsizlik yapabilmekte, cinayet işleyebilmekte, benzeri görülmemiş zulüm ve gaddarlıkları yapmaktan çekinmemektedirler. Üstelik vicdan azabı dahi duymadan, yaptıkları vahşetten pişman olmadıklarını söyleyebilmektedirler. Oysa karşılığında ahirette sonsuz cehennem azabı olduğuna inanan bir kişi bu fiilleri asla işleyemez. Kuran ahlakı yaşandığında bu saydığımız olumsuzlukların hiçbiri kalmaz. Herşey sükunetle, güzellikle, adaletle halledilir. Adli olaylar olmaz, karakollar, adliyeler neredeyse hiç iş yapmaz hale gelirler.

İnsanların rahat ve huzurlu olmasıyla birlikte topluma her alanda bereket gelir. Bilimsel faaliyetler artar, yeni buluşlar yapılır, teknoloji, kültür ve refah seviyesi çok yükselir. Çünkü insanların aklının üstündeki baskı gidince rahatlarlar, özgür ve rahat düşünme kabiliyetleri gelişir. Güzel ahlakın yaşanmasıyla birlikte insanların mallarına, paralarına, yaptıkları işlere, ticarete, tarıma, endüstriye bereket gelir. Kalkınma hemen her alanda görülür.

Çözüm açıktır; herşeyin Yaratıcısı olan Allah'a yönelmek, O'nun bizler için seçip beğendiği dinini yaşayarak gerçek mutluluğa ulaşmaktır. Allah dünyadaki kurtuluş yolunun dine yönelmek olduğunu haber vermiş ve samimi kullarına din ahlakını yaşadıkları takdirde dünyada korkuyla karşılaşmayacakları yönünde büyük bir müjde vermiştir:

Allah, içinizden iman edenlere ve salih amellerde bulunanlara va'detmiştir: Hiç şüphesiz onlardan öncekileri nasıl 'güç ve iktidar sahibi' kıldıysa, onları da yeryüzünde 'güç ve iktidar sahibi' kılacak, kendileri için seçip beğendiği dinlerini kendilerine yerleşik kılıp sağlamlaştıracak ve onları korkularından sonra güvenliğe çevirecektir. Onlar, yalnızca bana ibadet ederler ve bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Kim bundan sonra inkar ederse, işte onlar fasıktır. (Nur Suresi, 55)

İşte yukarıda açıkladığımız tüm bu sebeplerden dolayı Fransız toplumu da çözümü dinsizlikte değil, din ahlakında aramalıdır. Ülkelerinde yaşanan çatışmaların, artan şiddet olaylarının, ekonomik eşitsizliklerin çözümü tüm dindarları ortadan kaldırmak değil, tam aksine din ahlakının yayılması için daha da çaba sarf etmek olmalıdır. İnsanların Allah’tan korktukları, vicdanlı davrandıkları, şefkatli, merhametli ve hoşgörülü oldukları bir toplumda şiddetin, dejenerasyonun önüne geçmek hiç şüphesiz çok kolay olacaktır.


1. Pocock, in; Edmund Burke, Reflections on the Revolution in France, ed. J. G. A. Pocock, Indianapolis: Hackett Publishing Company, 1987, pp. 33-38
2. Michael Howard, The Occult Conspiracy, s. 69.
3. Compterendu Gr. Or., 1903, Nourrisson, "Les Jacobins", 266-271; The Catholic Encyclopedia, "Masonry (Freemasonry)", New Advent, http://www.newadvent.org/cathen/
4. The Catholic Encyclopedia, "Masonry (Freemasonry)", New Advent, http://www.newadvent.org/cathen/
5. "Nur Safa Tekyeliban, "Taassuba Karsi Mücadele: Gambetta Birader'in 8 Temmuz 1875 günü Clémente Amitié Locasi'nda Yaptigi Konusmadan", Dogus Kolu Yilligi: Ankara Dogus Mahfili Çalismalari, 1962, Kardes Matbaasi, Ankara, 1963, s. 19
6. The Catholic Encyclopedia, "Masonry (Freemasonry)", New Advent, http://www.newadvent.org/cathen/

Masaüstü Görünümü