Harun Yahya

Evrim aldatmacası


Bugün Batı medyasına dikkatli bir gözle bakıldığında, sık sık Charles Darwin'in evrim teorisini konu edinen haberlere rastlamak mümkündür. Büyük medya kuruluşları, ünlü ve "saygın" dergiler, periyodik bir biçimde bu teoriyi gündeme getirirler. Kullandıkları üsluba bakıldığında ise, bu teorinin, tartışmaya yer bırakmayacak bir biçimde ispatlanmış mutlak bir gerçek olduğu izlenimi uyanır. En çok kullandıkları haber şablonu ise; evrim zincirindeki "kayıp halka"nın bulunan yeni bir fosil ile tamamlandığı şeklindedir. Özellikle de dünyanın herhangi bir ucunda bulunan bir kafatası, bu haberlere göre, insanın "maymunsu atalarının" en çarpıcı delilidir.Bu haberleri okuyan sıradan insanlar ise, doğal olarak, evrim teorisinin bilinen herhangi bir matematik kanunu kadar kesin bir gerçek olduğunu düşünürler. Zihinlerinde, canlılığın bir tesadüfler zinciri sonucunda oluştuğunu öne süren bu teorinin bilime inanan herkes tarafından kabul edilmiş bir kanun olduğu imajı uyanır.Oysa gerçek hiç de böyle değildir.Çünkü evrim teorisi, canlılığın nasıl oluştuğunu açıklamaktan son derece uzaktır; aksine, biyoloji alanındaki her yeni gelişme, evrim tarafından açıklanamayan, dahası açıklanması asla mümkün olmayan yeni yeni sorunlar ortaya çıkarmaktadır.

İmkansızın Kabulü

Evrimin her geçen gün yenileriyle karşılaştığı bu açmazları çözememesinin temel nedeni şudur: Canlılık, hayatın yapıtaşı olan proteinden, en üst düzeyi olan insan bedenine kadar, sayısı sonsuza yakın hassas denge üzerine kuruludur. Bilinçli bir Yaratıcı'nın varlığı kabul etmeyen evrim teorisi ise, tüm bu dengelerin bir bilinç olmadan nasıl kurulduğu ve korunduğu sorusuna, "tesadüf"ten başka bir açıklama meydana getirememektedir.Oysa sözünü ettiğimiz dengeler o denli hassas ve sayı olarak da o kadar çokturlar ki, bunların "tesadüfen" oluştuklarını ileri sürmek, hiç bir şekilde akıl ve sağduyu ile bağdaşmamaktadır. Canlılığı oluşturan milyonlarca faktörden yalnızca birisinin, örneğin canlı hücrelerinin temel malzemesi olan proteinin "tesadüfen" oluşma ihtimali, pratikte sıfırdır. Çünkü bir protein, 20 ayrı çeşitte ve ortalama 1000-1500 sayıdaki aminoasitin belirli bir dizilime uygun olarak birbirine eklenmesi ile oluşur. Bu dizilim içinde yapılacak tek biri hata, proteini işe yaramaz kılacaktır. Böyle bir dizilimin "tesadüfen" oluştuğunu öne sürmek ise, tek kelimeyle akıl dışıdır. Evrimin önde gelen savunucularından Rus bilgini A. I. Oparin, "Origin of Life-Hayatın Kökeni" isimli kitabında, bu imkansızlığı şöyle itiraf eder:



"Her biri belirli şekillerde ve kendisine has bir tarzda dizilmiş bulunan binlerce karbon, hidrojen, oksijen ve azot atomu ihtiva eden bu maddelerin (proteinlerin) en basiti bile son derece kompleks bir yapı arz etmektedir. Proteinlerin yapısını inceleyenler için bu maddelerin kendiliklerinden bir araya gelmiş olmaları, Romalı şair Virgil'in ünlü "Aeneid" şiirinin etrafa saçılmış harflerden rastgele meydana gelmiş olması kadar ihtimal dışı gözükmektedir." (A. I. Oparin, Origin of Life, s.132-133)


Bir şiirin bilinçli bir yazar tarafından yazıldığını mı öne sürmek daha makuldür, yoksa bir kağıt üzerine rastgele atılmış olan harf kalıplarının büyük bir "tesadüf" sonucu uygun yerlere yanyana düşerek bu yazıyı oluşturduklarını öne sürmek mi? Evrim, ikincisini kabul eder.Bir başka evrimci bilimadamı, bir proteinin tesadüfen oluşmasındaki imkansızlığı başka bir örnekle itiraf eder. Ona göre, yaşam için mutlaka var olması gereken temel proteinlerden yalnızca birinin (Sitokrom-C'nin) tesadüfen oluşması ihtimali, "..., bir maymunun daktiloda hiç yanlış yapmadan insanlık tarihini yazma olasılığı kadar azdır (maymunun rastgele tuşlara bastığını kabul ederek)." (Prof. Ali Demirsoy, Kalıtım ve Evrim, sf. 61)

Kuşkusuz böyle bir ihtimali kabul etmek, akıl ve sağduyunun en temel prensiplerini çiğnemek anlamına gelir. İnsan, bir kağıt parçası üzerine yazılı tek bir düzgün harf bile gördüğünde bile, o harfin birisi tarafından yazıldığına emindir. İnsanlık tarihi yazan bir kitap gördüğünde, bunun bir yazar tarafından kaleme aldığına daha de emindir; akli dengesi yerinde olan hiç kimse, bu dev kitabın içindeki harflerin "tesadüfen" yanyana geldiğini iddia etmeyecektir. Ancak son derece ilginçtir, evrim, tam da bu akıl dışı iddiayı savunmaktadır. Kaldı ki, üstteki örnekler yalnızca tek bir proteinin tesadüfen oluşma olasılığı ile ilgili ihtimal hesaplarıdır. Oysa evrimin sözünü ettiği sürecin oluşması için, daha bunun gibi milyonlarca "imkansız tesadüfün" birbiri ardına gerçekleşmiş olması gerekmektedir. Evrim, bu imkansızlıkları gözü kapalı bir biçimde kabul etmenin diğer adıdır.

Bu noktada sormak gerekir: Peki acaba neden evrimciler bu akılalmaz derecedeki saçma iddiayı ısrarla savunmakta, dahası sahip oldukları medya organları aracılığıyla bu kuyruklu yalanı topluma empoze etmektedirler?Az önce "daktilo kullanan maymun" konusunda verdiği örneğini aktardığımız bilim adamı, bu konuda da ilginç şeyler söylemektedir:



"Bir Sitokrom-C'nin dizilimini oluşturmak için olasılık sıfır denecek kadar azdır. Yani canlılık eğer belirli bir dizilimi gerektiriyorsa, bu tüm evrende bir defa oluşacak kadar az olasılığa sahiptir, denebilir. Ya da oluşumunda bizim tanımlayamayacağımız doğaüstü güçler görev yapmıştır. Bu sonuncusunu kabul etmek bilimsel amaca uygun değildir. O halde birinci varsayımı irdelemek gerekir." (Age, s. 61)


Bu satırlardan anlıyoruz ki; evrim, gerçekte bilimsel araştırmaların sonucunda ortaya çıkan bir bulgu değildir. Aksine, bu teori önce masa başında üretilmiş ve sonra da bilimsel gerçeklere rağmen kabul ettirilmeye çalışılan bir tabuya dönüşmüştür. Yine üstteki satırlardan anladığımız üzere, tüm bu çabanın bir de "amacı" vardır ve daha da önemlisi, bu amaç, canlıları var eden bir Yaratıcı'nın olduğunu mutlaka inkar etmeyi zorunlu kılmaktadır. Bu durum bize evrim teorisinin gerçek misyonunu gösterir: Teori, gerçeği ortaya çıkarmak için değil, çarpıtmak için ortaya atılmıştır ve en büyük hedefi de dini inançların yok edilmesidir.Peki acaba neden? Dini inançların yok edilmesi, kimlerin çıkarıdır ki, bu amaç uğruna bu denli büyük bir yalan oluşturmuşlar ve kitlelerin zihnine enjekte etmişlerdir?

Evrim'in Ardındaki İdeolojik Hesaplar

Evrim teorisinin neden ısrarla savunulduğunu görebilmek için, bu teorinin arkaplanını oluşturan tarihsel gelişime değinmek zorunludur.Bilindiği gibi, Avrupa, modern çağa dek asıl olarak Kilise'nin otoritesi tarafından yönetiliyordu. Dini kıstaslara göre düzenlenen bu düzen, 16. yüzyıldan itibaren yeni yeni güçlenen bazı sosyal grupların çıkarlarıyla ciddi biçimde çatışmaya başladı. Ticaret yoluyla büyük zenginlik elde eden ancak siyasi güce sahip olamayan bu sınıf, Kilise'nin otoritesini yıkmak için uzun bir mücadeleye girişti. (Fransız Devrimi, bilindiği üzere bu zengin sınıfın itişiyle gerçekleşmiş büyük bir sosyal değişimdi).

Ancak bu seküler güçler, Kilise ile yalnızca siyasi ve sosyal alanda değil, aynı zamanda felsefi alanda da mücadele ettiler. Din tarafından yönetilen düzenin ortadan kalkması için, asıl olarak dini inançların zayıflatılması gerekiyordu çünkü. 18. yüzyıl Aydınlanmacıları ve 19. yüzyıl pozitivistleri, hep bu sosyal sınıfın içinden geldiler ve aynı sınıftan destek buldular.Dini inançların zayıflatılması veya yok edilmesi ile birlikte doğan boşluk da, yine aynı sosyal sınıf tarafından üretilen ideolojilerle dolduruldu. İlk ideoloji liberalizmdi. Liberalizmi, ona bir tepki olarak gelişen sosyalizm izledi. Ardından, ırkçılıkla bulanmış olan faşizm geldi.

Bu ideolojiler birbirlerine zıt fikirler içeriyorlardı, ama hepsi de yeni seküler düzenin birer ürünüydüler ve aynı din dışı zemin üzerinde buluşuyorlardı. Her biri, herşeyin Yaratıcısı Allah'a olan sorumluluğundan ve yaşamını O'nun koyduğu kurallara göre düzenleme zorunluluğundan söz etmiyordu. Aksine, bir dine uymayı zorunlu kılan bu prensipler onlar için zararlıydı. İnsanın "yaratılmış" olması, çıkarları ile çatışıyordu.

Bu nedenle de, insanın "yaratılmamış" olduğunu sözde ispatlayacak bir açıklamaya ihtiyaçları vardı. Evrim, işte bu ihtiyacı karşılayacak bir kurtarıcı olarak ortaya çıktı. Sözkonusu ideolojiler içinde din aleyhtarlığı konusunda en radikal ve açık sözlü olanının, yani sosyalizmin bu yeni teoriye dört elle sarılışı çok çarpıcıydı: Karl Marx, dostu ve "yoldaşı" Friedrich Engels'e yazdığı 19 Aralık 1860 tarihli mektubunda, Darwin'in "Türlerin Kökeni" adlı kitabı için "bizim görüşlerimizin tabii tarih temelini içeren kitap işte budur" ifadesini kullanıyordu. (Marx ve Engels Mektuplar, cilt 2, sf. 426)

Darwinizm, yeni seküler düzenin türevlerinden biri olan ırkçılığın da en büyük dayanağını oluşturdu. İnsan ırklarının bazılarının diğerlerinden daha üstün olduğunu öne süren bu düşünce, bazı ırkların Evrim sürecinde daha ileri giderek diğerlerini aştığını öne sürüyordu. "Sosyal Darwinizm" denen bu yorum, Arthur de Gobineau'dan Adolf Hitler'e kadar tüm ırkçılara ilham kaynağı olacaktı. Darwin'in kendisi de, beyaz adamın evrim süreci içinde zencilerden daha ilerde olduğunu öne sürerek, ırkçılığa zemin hazırlamıştı.

Sosyalizm ve faşizmin yanında, bugün Batı dünyasına ve hatta neredeyse tüm dünyaya egemen olan kapitalist ideoloji de, felsefi yönden evrim'e muhtaçtır. İnsanın "yaratılmamış" olduğunun kabul ettirilmesi ve kitlelerin bu kabule bağlı kalarak yaşam sürdürmeleri, bu ideolojinin ve onun kurduğu dünya düzeninin sürmesi açısından uzun vadede bir zorunluluktur.

İşte, Batı'nın önde gelen medya organlarında, ünlü ve "saygın" bilim dergilerinde sürekli karşılaştığınız evrim propagandası, bu ideolojik zorunluluğun bir sonucudur. Evrim, ideolojik açıdan vazgeçilemez bulunduğu için, bilimin standartları koyan çevreler tarafından tartışılmaz bir tabu haline getirilmiştir. Diğer bilimadamları ise, kendi kariyerlerinin devamı için, bu zoraki paradigmayı savunmak, ya da en azından ses çıkarmamak durumundadırlar.

Beyin Yıkamanın Etkili Bir Yöntemi

Evrim propagandalarına baktığınızda hep aynı hikaye ile karşılaşırsınız: Bir yerlerde eski bir kafatası ya da iskelet bulunmuştur ve bunlar "insan ile maymun arasındaki geçiş formu"dur. Dahası, evrim zincirindeki "son kayıp halka"lardan biridir. Bu haberlerin tümünün gerçeğin ustaca bir çarpıtılması ve bir byin yıkama yöntemi olduğuna emin olabilirsiniz.

Çünkü ortada bir "evrim zinciri" yoktur ki onun "son halkası" bulunsun. Evrim, daha mikrobiyolojik aşamada, milyonlarca kez çökmektedir. Diğer canlılar arasında da "geçiş formu" sayılabilecek tek bir fosil bulunamamıştır. Yarı sürüngen-yarı kuş ya da yarı balık-yarı sürüngen "ara geçiş formları"nın fosiller şimdiye dek hiç bulunamamıştır.

Ancak halkın büyük bir çoğunluğu bunu bilmez. Evrimciler öyle usta bir aldatma yöntemi izlerler ki, her şey ispatlanmış, bir tek maymun ile insan arasındaki geçiş formlarında bir iki eksik kalmış sanılır. Evrimcilerin konuyu ısrarla kafataslarına çekmelerinin de basit bir nedeni vardır: Dünyada şimdiye dek çok sayıda soyu tükenmiş maymun türü yaşamıştır ve bunların birbirinden farklı kafataslarını yan yana dizip, "işte maymundan insana uzanan zincir" demek mümkündür. (Buna rağmen, evrimciler bazen bunda da zorlanmakta ve sahte kafatasları üretmeyi denemektedirler. Yüzyılın başında iki İngiliz evrimci tarafından insan kafatasına orangutan çenesi monte edilerek üretilen ve uzunca bir süre "evrimin en büyük delili" olarak sunulan Piltdown Adamı, bunun en çarpıcı örneğidir.)

Sonuç

İnsana düşen, doğruyu araştırıp bulmaktır. Bazı güçler tarafından kabul ettirilmeye çalışılan bir yalanı hiç düşünmeden ve kuşkulanmadan "yutmak", belki kolay gelebilir, ama kuşkusuz bilinç ve karakter sahibi bir insanın yapması gereken şey bu değildir.Çünkü apaçık olan gerçek ortadadır. Tek bir harf bile bir yazar olmadan var olamayacağına göre, böylesine kusursuz bir denge üzerinde varlığını sürdüren evren ve o evrenin içinde mükemmel bir bedenle yaşayan insan da kendiliğinden var olamaz. Evreni ve evrendeki herşeyi, üstün bir güç ve sonsuz bir akıl ve bilgi sahibi Allah yaratmıştır.

Masaüstü Görünümü