Harun Yahya

RAMAZAN 2008, 21. GÜN











Andolsun, Lukman’a “Allah’a şükret” diye hikmet verdik. Kim şükrederse, artık o, kendi lehine şükreder. Kim inkâr ederse, artık şüphesiz, (Allah,) Gani (hiç kimseye ve hiç bir şeye muhtaç olmayan)dır, Hamiddir (hamd yalnızca O’na aittir). (Lokman Suresi, 12)Andolsun, Lukman’a “Allah’a şükret” diye hikmet verdik. Kim şükrederse, artık o, kendi lehine şükreder. Kim inkâr ederse, artık şüphesiz, (Allah,) Gani (hiç kimseye ve hiç bir şeye muhtaç olmayan)dır, Hamiddir (hamd yalnızca O’na aittir). (Lokman Suresi, 12)















  “Birbirinizi kıskanmayınız, birbirinize kin tutmayınız, birbirinize çirkin sözler söylemeyiniz, birbirinize sırtlarınızı dönmeyiniz, kiminiz kiminizi arkasından çekiştirmesin. Allah'ın kulları kardeşler olunuz.”
(Buhari ve Müslim; Huccetü'l İslam İmam Gazali, İhya'u Ulum'id-din, 3. cilt, Çeviri: Dr. Sıtkı Gülle, Huzur Yayınevi, İstanbul 1998, s. 315)









Dünya Hayatına Bağlananların Durumu


Allah dünyada insanlara sunduğu tüm imkanları çok güzel ve gösterişli yaratmıştır. Ama bir o kadar da zayıf, geçici ve kısadır. İşte sır burada saklıdır. Dünya hayatı gerçekten, Allah'ın şanına uygun olarak çok güzel, renkli ve ihtişamlıdır. Dünya üzerinde yaşamak, bu hayattan zevk almak elbette ki bir nimettir, ancak hiçbir zaman Allah'ın rızasından ve ahiretten daha önemli değildir. Bu yüzden de insanların bu nimetleri kullanırken asla gerçek amaçlarını unutmamaları gerekir. Allah Kuran'da insanları bu konuda uyarmıştır:

Size verilen herşey, yalnızca dünya hayatının metaı ve süsüdür. Allah Katında olan ise, daha hayırlı ve daha süreklidir. Yine de akıllanmayacak mısınız? (Kasas Suresi, 60)

Bazı insanlar dünyadaki değerlere bağlanmakta ve ahireti unutmaktadırlar. Üstelik düşünmedikleri önemli bir gerçek daha vardır. Bağlı oldukları değerler, sahip olmaya çalıştıkları "süsler" kendilerine dünyada da gerçek mutluluğu verememektedirler. Bunun en önemli nedenlerinden biri insanın bitmek bilmeyen hırsı ve hep daha fazlasını isteyen nefsidir. İnsanların değer verdikleri şeylerin "en üstününe" sahip olmaları, içinde bulundukları dünya koşullarında mümkün değildir. Sahip oldukları her ne olursa olsun muhakkak daha üstünü, daha iyisi, daha güzeli vardır. Dolayısıyla bu dünya insan ruhunun gerçek huzuru ve tatmini bulacağı bir yer kesinlikle değildir.





İnsanın kendisine dünyada verilen "geçici" yaşamı "esas" kabul etmesi ve sonrası için bir hazırlık yapmaması... Böyle bir insanın Allah ve ahiret inancı ya hiç yoktur ya da oldukça yüzeyseldir. Ölüm ile son bulacak bir hayata razı olur ve dünya hayatına sıkıca bağlanır. Kuran'da bu mantık örgüsüne sahip insanların söyledikleri şöyle açıklanır:

O (bütün gerçek), yalnızca bizim (yaşamakta olduğumuz bu) dünya hayatımızdan ibarettir; ölürüz ve yaşarız, biz diriltilecekler değiliz. (Müminun Suresi, 37)

Bu yanlış inanca kapılan kimseler, Allah'ın belirlediği sınırları kendileri için sınır olarak kabul etmez, dinin gereklerini yerine getirmez veya sadece bir kısmını yerine getirirler. Bu anlayış, bu dünyada üstün olabilmek ve sonrasını düşünmemek üzerine kuruludur. Bu hayat şeklini, daha fazla menfaat elde edebilmek ve dünyadan daha fazla yararlanabilmek için tercih ederler. Oysa ki elde edebildikleri sonuç bunun tam aksidir. Maddi ve manevi hazların pek çoğunu yitirir, hayattan, çevrelerindeki insanlardan ve kendilerine verilen nimetlerden umdukları zevki alamazlar. Çünkü Allah, Kendisi'ni ve ahireti unutmalarından dolayı ya onlardan bu nimetleri geri alır ya da sahip oldukları nimetleri kaybetme, bir daha elde edememe korkusu vererek onların her anını manevi bir azap ve sıkıntı içinde geçirmelerini, sahip oldukları nimetlerin tadına varamamalarını sağlar. Allah Kuran ayetlerinde bu kişilerin ruh halini şu şekilde haber verir:

Bu, onların dünya hayatını ahirete göre daha sevimli bulmalarından ve şüphesiz Allah'ın da inkar eden bir topluluğu hidayete erdirmemesi nedeniyledir. (Nahl Suresi, 107)

Allah dilediğine rızkı genişletir-yayar ve daraltır da. Onlar ise dünya hayatına sevindiler. Oysaki dünya hayatı, ahirette (ki sınırsız mutluluk yanında geçici) bir meta'dan başkası değildir. (Rad Suresi, 26)

Kuran ayetlerinde, Allah’ı inkar eden toplulukların dünya hayatına bağlanıp bir aldanış içerisine düştüklerini görüyoruz. Oysa dünya hayatı insanlardan hangilerinin daha güzel tavırlarda bulunacağının denenmesi için hazırlanmış özel bir senaryodan ibarettir. İnsanların asıl yurdu ahirettir. Ayetlerde bu durum şöyle ifade edilir:

Bu dünya hayatı, yalnızca bir oyun ve '(eğlence türünden) tutkulu bir oyalanmadır'. Gerçekten ahiret yurdu ise, asıl hayat odur. Bir bilselerdi. (Ankebut Suresi, 64)

Kadınlara, oğullara, kantar kantar yığılmış altın ve gümüşe, salma güzel atlara, hayvanlara ve ekinlere duyulan tutkulu şehvet insanlara 'süslü ve çekici' kılındı. Bunlar, dünya hayatının metaıdır. Asıl varılacak güzel yer Allah katında olandır. (Al-i İmran Suresi, 14)

Dünya nimetlerinden hakkıyla zevk alabilmenin tek yolu, bunların Allah tarafından verildiğini bilmektir. Bu önemli gerçeği kavrayan bir insan, buradaki nimetlerin geçici olduğunu, ama ahiret hayatında dünya şartlarıyla kıyaslanmayacak kadar üstün güzelliklerin kendisine vaat edildiğini bilir.


http://www.kuranbilgisi.com/







Sahip Olduğu Güç, Firavun’u Allah’ın Gazabından Koruyamamıştır


Eski Mısır medeniyeti, Mezopotamya'da aynı tarihlerde kurulmuş şehir devletleriyle birlikte, tarihin en eski uygarlıklarından biri ve döneminin en ileri sosyal düzenine sahip organize devleti olarak bilinir. MÖ 3000'ler civarında yazıyı bulup kullanmaları, Nil Nehri'nden faydalanmaları ve ülkenin doğal yapısı sayesinde dışarıdan gelebilecek saldırılara karşı korunmuş olmaları Mısırlıların sahip oldukları medeniyetin ilerlemesine büyük katkıda bulunmuştu.

Ancak bu uygarlık, Kuran'da inkar sisteminin en açık ve net tarif edildiği "firavun yönetiminin" geçerli olduğu bir medeniyetti. Büyüklük taslamışlar, sırt çevirmişler ve inkar etmişler, bunların neticesinde de ileri medeniyetleri, sosyal ve siyasal düzenleri, askeri başarıları onları helak olmaktan kurtaramamıştı.

Tüm devletin ve ülke topraklarının sahibi, yöneticisi ve hükümdarı olan firavun, eski Mısır'ın çok tanrılı çarpık dininde, en büyük tanrının dünyadaki bir yansıması olarak kabul edildi. Mısır topraklarının idaresi, paylaştırılması, gelirleri kısacası ülke sınırları içindeki her türlü mal ve hizmet üretimi firavun için gerçekleştiriliyordu.

Yönetimdeki mutlakiyet, ülkenin yöneticisi olan firavunu, her dilediğini yaptırabilecek bir güç sahibi kılmıştı. Henüz ilk sülalenin kurulmasıyla birlikte, Mısır'ın ilk kralı olan Menes döneminde, Nil suyunun kanallar vasıtasıyla halka ulaştırılmasına başlanmış, ayrıca ülkede yapılan üretim kontrol altına alınarak tüm mal ve hizmet üretiminin krala aktarılması sağlanmıştı. Bu mal ve hizmetleri kral, halkının ihtiyacı olduğu oranda dağıtıyor, paylaştırıyordu. Ülkede böyle bir hakimiyet kuran kralların, halkı boyunduruk altına almaları zor olmadı. Mısır kralı, yani daha sonra yaygınlaşacak sıfatıyla firavun, halkının tüm ihtiyaçlarını karşılayan büyük kudret sahibi birisi olarak kutsal bir varlık sayıldı ve tanrılaştırıldı.

Kuran'da bahsedilen Firavun'un Hz. Musa ile yaptığı konuşmalardaki bazı sözleri bunu kanıtlar niteliktedir. Hz. Musa'yı "andolsun, benim dışımda bir ilah edinecek olursan, seni mutlaka hapse atacağım" (Şuara Suresi, 29) diyerek tehdit etmesi ya da yakın çevresindeki insanlara "sizin için benden başka ilah olduğunu bilmiyorum" (Kasas Suresi, 38) demesi kendisinin bir tanrı olduğuna inanmasından kaynaklanıyordu.

Makam-mevki tutkusundan ve kibirinden dolayı Firavun, Hz. Musa'nın anlattıklarını dinlemedi. Bunun yanında onunla alay etmeye ve kendi gücünü kanıtlamaya çalıştı. Ve onu inkar etti. Bu arada Hz. Musa ve Hz. Harun'u düzeni bozmaya çalışan kişiler olarak gösterip onları suçlu çıkarmayı da hedefliyordu. Sonuç olarak ne Firavun, ne de yakın çevresindeki kavmin önde gelenleri Hz. Musa ve Hz. Harun'a itaat etmediler. Kendilerine açıklanan hak dine de uymadılar. Bunun üzerine Allah Firavunla birlikte inkarcıları helak etti.









MEKKE'NİN FETHİ

Andolsun Allah, elçisinin gördüğü rüyanın hak olduğunu doğruladı. Eğer Allah dilerse, mutlaka siz Mescid-i Haram'a güven içinde, saçlarınızı tıraş etmiş, (kiminiz de) kısaltmış olarak (ve) korkusuzca gireceksiniz. Fakat Allah, sizin bilmediğinizi bildi, böylece bundan önce size yakın bir fetih (nasib) kıldı. (Fetih Suresi, 27)

Peygamber Efendimiz, Medine'de iken gördüğü bir rüyasında, müminlerin güven içinde Mescid-i Haram'a girdiklerini ve Kabe'yi tavaf ettiklerini görmüş ve müminleri bu haberle müjdelemişti. Çünkü, Mekke'den Medine'ye hicret eden müminler, o zamandan beri Mekke'ye gidemiyorlardı.

Allah, Peygamberimiz (sav)'e Katından bir yardım ve destek olarak Fetih Suresi'nin 27. ayetini vahyetmiş ve rüyasının doğru olduğunu eğer Allah dilerse müminlerin Mekke'ye girebileceklerini bildirmiştir. Gerçekten de, bir süre sonra, önce Hudeybiye Barışı ve ardından gelen Mekke'nin fethi ile, Müslümanlar aynı ayette bildirildiği gibi güven içinde Mescid-i Haram'a girmişlerdir. Böylece Allah, Peygamber Efendimizin önceden haber verdiği müjdenin gerçek olduğunu göstermiştir.

Ancak burada dikkat edilmesi gereken önemli bir nokta vardır. Fetih Suresi'nin 27. ayetine dikkat edilirse, Mekke'nin fethinden önce gerçekleşecek bir başka fetihten daha söz edildiği görülecektir. Nitekim ayette haber verildiği gibi Müslümanlar, önce Yahudilerin elinde bulunan Hayber Kalesi'ni fethetmişler, daha sonra da Mekke'ye girmişlerdir. 1

Mekke'nin fethinin müjdelendiği diğer ayetlerden bazıları ise şöyledir:

Onlara karşı size zafer verdikten sonra, Mekke'nin göbeğinde ellerini sizden ve sizin de ellerinizi onlardan çeken O'dur. Allah, yaptıklarınızı hakkıyla görendir. (Fetih Suresi, 24)

Şüphesiz, Biz sana apaçık bir fetih verdik. Öyle ki Allah, senin geçmiş ve gelecek (her) günahını bağışlasın, üzerindeki nimetini tamamlasın ve seni dosdoğru bir yola yöneltsin. Ve Allah, sana 'üstün ve onurlu' bir zaferle yardım etsin. (Fetih Suresi, 1-3)

İsra Suresi'nin 76. ayetinde ise, inkarcıların da Mekke'de kalamayacakları şöyle bildirilmiştir:

Neredeyse seni (bu) yerden (yurdundan) çıkarmak için tedirgin edeceklerdi; bu durumda kendileri de senden sonra az bir süreden başka kalamazlar. (İsra Suresi, 76)

Peygamberimiz (sav) Hicret'in 8. yılında Mekke'ye girerek bu şehri fethetmiştir. İki sene sonra da, Allah'ın Kuran'da bildirdiği gibi inkarcılar Mekke'den çıkmışlardır. Burada önemli olan bir başka nokta ise şudur: Peygamber Efendimiz müminlere bu müjdeleri verdiğinde, mevcut durum hiç de bu yönde değildir. Hatta, koşullar tam aksini göstermekte, müşrikler müminleri kesinlikle Mekke'ye sokmamakta kararlı görünmektedirler. Bu ise, kalbinde hastalık olanların, Peygamber Efendimizin söylediklerine şüphe ile bakmalarına neden olmuştur. Ancak Peygamberimiz (sav) Allah'a güvenerek, insanların ne diyeceklerini hiç önemsemeden, Allah'ın kendisine bildirdiğine iman etmiş ve bunu insanlara açıklamıştır. Söylediklerinin yakın bir gelecekte gerçekleşmesi de Kuran'ın önemli bir mucizesidir.


1. İmam Taberi, Taberi Tefsiri, c. 5, Ümit Yayıncılık, İstanbul, s. 2276.






İklimsel ve Biyolojik Çeşitliliğin Kaynağı:
Okyanus Akıntıları



Yeryüzünde kesintisiz olarak devam eden çok fazla sayıda iklim olayı vardır. Yağmurun mutlaka belli miktarlarda yeryüzüne düşmesi, rüzgarın mutlaka esmesi ve güneş ışınlarının çeşitli açılardan yeryüzüne mutlaka ulaşması gerekmektedir. Yüce Allah, bu çeşitliliği, yeryüzünde yaşamın var olması için birer sebep kılmıştır. Bizim farkında olarak veya olmadan içinde yaşadığımız tüm dengeler, varlığımızı sürdürebilmemiz için şarttırlar.

Okyanus ve denizler, sürekli olarak hareket halindedirler. Çoğu zaman bu suların neden yer değiştirdikleri üzerinde pek fazla durulmaz. Oysa okyanus akıntıları, yeryüzünde yaşamın varlığı için çok çeşitli açılardan önemli bir gerekliliktir. Alçak ve yüksek enlemlerde genellikle doğu veya batı yönlü olan bu akıntılar, bulundukları enlemin sıcaklığına uygun olarak sıcak ve soğuk su akıntıları biçiminde gerçekleşirler.

Okyanus Akıntılarının Yeryüzündeki Etkileri Nelerdir?

1- İklim Üzerindeki Etkileri



Soğuk Havayı Yumuşatır: Akıntı sistemlerinden sıcak akıntıların bir kısmı, oluştukları sıcak bölgeden, daha düşük sıcaklığı olan bölgelere ilerleyerek ısıyı yükseltirler. Örneğin Japonya'da Kuro fiiyo sıcak su akıntısının etkisi ile kışlar, bulunduğu enleme göre olması gerektiğinden daha ılık ve nemlidir, yöre bu iklim sayesinde zengin bir doğal bitki örtüsüne sahiptir. Golfstream sıcak su akıntısı ile Norveç, yer aldığı enlem dairesine göre daha ılık ve bol yağışlı kışlara sahiptir.


Sıcak Havanın Bunaltıcı Etkisini Azaltır: Soğuk akıntıların bir kısmı ise soğuk bölgelerden veya yüzeye çıkan soğuk dip sularından kaynaklanırlar ve su sıcaklığı 150C olmasına rağmen bulundukları sıcak enlemlerde soğuk akıntı olarak hissedilirler. Bu nedenle sıcaklığı düşürürler ve havanın bunaltıcı etkisini azaltırlar. Örneğin sıcak Afrika'nın Namibya kıyıları boyunca kuzeye akan Benguala soğuk su akıntısı, ısının önemli ölçüde düşmesine neden olurken, benzer etki Fas kıyıları boyunca Kanarya Adalarında ve Güney Amerika'nın batısında bulunan ülkelerden biri olan Peru'da ise Humbolt soğuk su akıntısına bağlı olarak meydana gelir.


Yağışları Düzenler: Soğuk su akıntılarının etkili olduğu sahalarda bu akıntılar hava kütlelerinin soğumasına yol açarak, bu kütlelerin sıcak kara alanı üzerinden geçerken yoğunlaşmasına ve yağmurun yağmasına engel olurlar. Bu şekilde, kıyı kesimlerde sisli, bulutlu, serin günler oluştururken, nem yüklü hava kütlelerinin kıtaların iç kısımlarına ilerleyerek yağış bırakmasına neden olurlar.

2- Biyolojik Çevre Üzerindeki Etkileri



Su akıntıları denizlerde bir yerden bir yere besin ve oksijen taşırlar. Akıntıların beraberinde getirdiği planktonlar, beslenme potansiyelini dolayısıyla balık çeşitliliğini artırmaktadır. Ayrıca bu balıklarla beslenen deniz kuşlarının türü ve sayısı da çevre adalarda artar.


Örneğin Meksika Yukatan yarımadası ile Küba arasındaki boğazda ilerleyen, yer yer 800 metre derinliğe kadar etkili olabilen ve Missisippi nehrinden daha fazla su taşıdığı hesaplanan Gulf Stream akıntıları ile Humbolt soğuk su akıntısı bu şekilde büyük bir rol oynamaktadır.


Denizlerde yaşayan algler ve bazı otsu deniz bitkileri, su geçirmeden 1.600 km. yüzebilen diasporlar ve çeşitli bitki tohumları dünyanın farklı bölgelerine akıntılar yoluyla taşınırlar.


Buzulların üzerine yapışmış olan bitki tohumları, soğuk su akıntılarının etkisi ile daha alçak enlemlere ulaşma olanağı bularak uzak alanlara yayılırlar.

3- Ekonomi Üzerindeki Etkileri



Yüce Allah'ın Rezzak (Rızık veren, insanların faydasına olmak üzere nimetlerini veren) sıfatı bu akıntılar vesilesi ile de tecelli eder. Nitekim Mozambik sıcak su akıntısının etkisi ile şeker kamışı çok daha aşağı enlemlerde yetişebilmekte, suların beraberinde taşıdığı organizmalarla beslenen balık sayısı ve tür çeşidinin artması, balıkçılık ekonomisini geliştirmektedir.


Soğuk su akıntısının etkisindeki Peru kıyılarında yağış görülmez, ancak kış ayları boyunca devamlı bulutlu hava olması, bulutlar "Loma" adı verilen bir ot örtüsünün oluşmasına olanak verir. Bu ot örtüsü hayvancılığın gelişmesini sağlamaktadır.


Sıcak su akıntıları, şehirlerin gelirlerini de doğrudan etkileyebilir. Aynı enlemdeki iki şehirden biri sert bir iklime sahipken, diğeri sıcak su akıntısıyla daha ılıman bir iklime sahip olabilir. Güney Afrika'nın Durban şehri, kıyılarındaki sıcak su akıntısı nedeniyle uzun bir turizm dönemine sahiptir ve gelir düzeyi aynı enlemdeki diğer birçok şehre göre daha yüksektir.


Okyanus Akıntıları Hassas Dengesinden Sapmış Olsaydı…

- Denizlerde ısı değişlikleri çok ani olur, oksijen ve tuz oranı değişirdi. Bu durum balık ve diğer deniz canlılarının ölümüne neden olurdu.
"23 Temmuz 1958'de okyanus araştırmaları gemisi “Sivastopol”, tam hızla Danimarka Boğazı'ndan geçmekteydi. Birden gemidekiler inanılmaz bir manzara gördüler: Dalgalar göz alabildiğine bembeyaz olmuştu. Deniz, milyonlarca balık ölüsü ile kaplanmış bulunuyordu. Balıkların bir sıcaklık farkı sonucu öldükleri anlaşıldı. Geminin cihazları da şaşılacak sıcaklık farkları kaydetti: Örneğin deniz yüzeyinde aralarında bir mil bulunan iki noktanın sıcaklıkları 7.20C ve 340C idi. Bu fark 20-30 m. derinliklere kadar mevcuttu. Gemi, balık ölüleri arasında bir saatten fazla ilerledi. Felaket, irminger sıcak su akıntısı ile Grönland'dan gelen soğuk su akıntısının sınırında meydana gelmişti."

- İklimde anormallikler ortaya çıkardı; Yoğun sisler ve şiddetli yağışların getirdiği seller, ölümcül sonuçlar yaratabilirdi.
"Londra sislerinin en ölümcülü ve unutulmazı Aralık 1952'de meydana geldi. 5 Aralık'ta rüzgarların dinmesiyle sis oluşmaya başladı. Bundan sonraki 3 gün boyunca sis yoğunlaştı, belli bir zaman sonra görüş mesafesi birkaç metreye kadar indi. Trafik tamamen durdu ve birçok kaza meydana geldi. Halk, nemle mücadele etmek için gerekenden daha çok miktarda evlerini ısıttı. Bu da, daha çok kömür tozu ve sülfür dioksit üretterek havayı daha fazla zehirledi ve sisin yoğunlaşmasına sebep oldu. Bu sis ve hava kirliliği yüzünden yalnız Londra bölgesinde toplam olarak 4.000 ölüm gerçekleşti"

- İklimsel engeller oluşurdu; Ilıman bölge bitkileri, soğuk alanlara veya tropikal bitkiler, ılıman alanlara bugünkü kadar sokulamaz, tür zenginliği, tarım alanlarının sınırları, dolayısıyla insanların yaşam alanı bu kadar geniş olmazdı.

Sonuç olarak, sıcak ve soğuk su akıntılarının tam olması gerektiği yerde havayı ısıtması veya serinletmesi ile insanların dünya üzerindeki yaşam alanlarını genişletmesi ve diğer canlıların tür çeşitliliğini artırması tesadüf olamaz. Bu akıntıların kendilerine ait bir bilinçleri olamayacağına göre, yerküre üzerindeki bu hassas dengeyi, üstün akıl sahibi Yüce Allah'ın kurduğu çok açık bir gerçektir. Evrendeki herşeyi yaratan, evrenin her köşesinde sonsuz aklını tecelli ettiren Yüce Allah'tır. Allah'ın ilmiyle her yeri kuşattığı Kuran'da şu şekilde bildirilmektedir:

“Sizin İlahınız yalnızca Allah'tır ki, O'nun dışında İlah yoktur. O, ilim bakımından herşeyi kuşatmıştır.” (Taha Suresi, 98)





www.Allahvar.com









Semadan Bir El


O günün alameti: Semadan (gökyüzünden) bir el uzanacak ve insanlar ona bakacak ve göreceklerdir. (El Kavlul Muhtasar Fi Alamatil Hz. Mehdiyyil Muntazar, s.53)

O günün alameti semada (gökyüzünde) uzatılmış ve insanların kendisine bakıp durduğu bir el'dir. (Kitabül Burhan Fi Alametil Hz. Mehdiyyil Ahir Zaman, s.69)

Yukarıdaki hadislerde belirtilen "el" kelimesinin Arapçası "yed"dir. Bu kelimenin sözlük anlamları "el"in yanı sıra "kuvvet, kudret, güç, vasıta"dır. Bu hadiste de bu manalarda kullanılmış olması muhtemeldir.

İnsanların baktıklarında görebilecekleri bir "kuvvet, kudret, güç, vasıta" geçmiş dönemler için fazla bir anlam taşımamaktadır. Ancak bugünün dünyasının vazgeçilmez bir parçası olan televizyon gibi cihazlar hadislerde tarif edilen olaya açıklık getirmektedir. Yani bu hadiste geçen "el" ifadesi, güç anlamında kullanılmıştır. Ve gökten dalgalar halinde gelen görüntülere, yani televizyon yayınına işaret ettiği anlaşılmaktadır.

Konuyla ilgili diğer hadisler de oldukça ilgi çekicidir:

Semadan (gökyüzünden) bir ses onu ismiyle çağıracak ve doğuda, batıda… olan bile bu sesi duyacak… (El Kavlul Muhtasar Fi Alamatil Hz. Mehdiyyil Muntazar, s. 54-55)

Bu ses bütün yeryüzüne yayılacaktır, her kavim kendi dilinden duyacaktır. (Kitabül Burhan Fi Alametil Hz. Mehdiyyil Ahir Zaman, s. 51)

Semadan (gökyüzünden) bir ses ki herkes bunu kendi lisanında işitir. (Kitabül Burhan Fi Alametil Hz. Mehdiyyil Ahir Zaman, s. 37)

Bu hadisler bütün yeryüzünde duyulacak ve her toplumun kendi lisanlarında işitecekleri bir sesten bahsetmektedir; bu şekilde radyo, televizyon ve benzeri haberleşme vasıtalarına işaret edildiği açıktır. Daha yüz yıl önce hayal edilemeyen bir gelişmeyi Peygamberimiz (sav)'in 1400 sene önce haber vermesi de bir mucizedir.

Bediüzzaman Said Nursi de sözü edilen hadisleri yorumlamış; bunların radyo, telefon gibi haberleşme vasıtalarını mucizevi bir şekilde haber verdiğini belirtmiştir. (Şualar, Bediüzzaman Said Nursi, s. 496; Kıyamet Alametleri, İsmail Mutlu, Mutlu Yayıncılık, İstanbul, 1996, s.214)







 




TERCİH: KABUS MU? MUTLULUK MU?

Üzüntü, korku, stres, öfke, kıskançlık...

Kumar, fuhuş, hırsızlık, cinayet, çatışma...

Yüzyıllardır süregelen bu olumsuzluklar, içinde bulunduğumuz dönemde de bitmiyor, aksine hızla çoğalıyor...

Hemen her gün gazete ve televizyonlar bu sorunlarla dolup taşıyor. Hırslar, tatminsizlikler ve korkularla dolu yaşamlar, huzurunu kaybetmiş, umutsuz insanlar çevremizde. Onlar sürekli kabuslarla yaşıyorlar: "Dinsizliğin kabusuyla!"...

Oysa mutluluk, sevgi, saygı, huzur, güven, güzel ahlak, barış ve dostluk gibi güzelliklere kavuşmanın yolu bellidir: Din ahlakını yaşamak...

Çünkü ancak din ahlakı tam olarak yaşandığı takdirde toplumlara hakim olan bu karanlık tablo yerini aydınlık bir ufka bırakacaktır.


















KARİDES


YAŞ:                300 milyon yıllık

DÖNEM:            Karbonifer

BULUNDUĞU YER:
    Mazon Creek, İllinois, ABD















Karides, kabuklular alt filumuna dahil olan bir eklembacaklıdır. Vücudu kalsiyum karbonattan meydana gelen bir zırhla kaplıdır. Gövdesi eklemlidir. Hem tatlı hem de tuzlu sularda yaşayan türleri vardır.

Resimde görülen karides fosili 300 milyon yıl yaşındadır. Milyonlarca yıldır yapılarını aynen koruyan ve herhangi bir değişime uğramayan karidesler, canlıların evrim geçirmediğinin yaşayan bir delilidir.


YAŞAYAN ÖRNEĞİ









www.unludarwinistyalanlar.com

Evrim teorisinin bilimsellikten uzak, bir yalandan ibaret olduğu gerçeği dünyanın çoğu ülkesinde kamuoyundan gizlenir ve insanlar evrim masalları ile aldatılmaya devam edilir. Evrim dogmatik bir ısrarla savunulur. Bunun tek nedeni ise, bazı çevrelerin, yaratılış gerçeğini ve dolayısıyla Allah'ın varlığını ideolojik ve felsefi nedenlerle kabul etmek istemeyişleridir. Yaratılış karşısında öne sürülebilecek tek alternatif evrim olduğu için de, ısrarla bu bilim dışı efsaneyi yaşatmak istemektedirler.

Oysa gerçek, her akıl ve sağduyu sahibi insan tarafından görülecek kadar açıktır: Tüm canlılar, göklerin ve yerin Rabbi olan Allah tarafından üstün ve kusursuz bir yaratılışla var edilmiştir. Kendisi'ne karşı sorumlu olduğumuz tek varlık, bizi yoktan yaratmış olan Allah'tır. Bu sitede ünlü Darwinist yalanlar ele alınmakta ve evrimin geçersizliği bir kere daha gözler önüne serilmektedir.












Masaüstü Görünümü