Harun Yahya

RAMAZAN 2008, 26. GÜN











İyilikle kötülük eşit olmaz. Sen, en güzel olan bir tarzda (kötülüğü) uzaklaştır; o zaman, (görürsün ki) seninle onun arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki sıcak bir
dost(un) oluvermiştir.
(Fussilet Suresi, 34)
















  “...Yanımda bulunan hayırdan (yani maldan) hiçbir şeyi sizlerden alıkoymuyorum. Şu muhakkak ki, kim (istemeyip) iffetli kalmak isterse, Allah onu iffetli kılar. Kim de sabretmeye çalışırsa, Allah ona da sabır ihsan eder. Kim insanlardan müstağni olmak isterse, Allah onu müstağni kılar. Sizlere sabırdan daha hayırlı ve sabırdan daha geniş hiçbir atıyye asla verilmemiştir!” buyurdu.
(Sahih-i Buhari, Cilt 14, syf.6401)









Müminlerin Sohbeti Neden Kalplerinde Derin Etki Uyandırır?


"Kime dilerse hikmeti ona verir;
şüphesiz kendisine hikmet verilene büyük bir hayır da verilmiştir..."
(Bakara Suresi, 269)

İnsanları tanımada en önemli rolü oynayan konulardan biri, kişilerin konuşmalarıdır. Hayata bakış açısı, inançlar, fikir ve düşünceler sözlerle ifade edilir. İnsan, kalbinde hissettiklerini, zihninde sakladığı düşüncelerini, isteklerini, ideallerini ya da korkularını, ister istemez konuşmalarına yansıtır. Dolayısıyla bir insanın nasıl bir ruh haline, akla ve vicdana sahip olduğu, sarf ettiği sözlerden büyük ölçüde anlaşılır. Bu nedenle de din ahlakını yaşayan ve Allah'ın büyüklüğünü kavrayan kimselerin, din ahlakından uzak yaşayan bilgisiz insanlara hissettiklerini ve düşündüklerini samimi bir şekilde ifade edebilmeleri, büyük önem taşır. Çünkü iman sahipleri bu vesile ile birçok insanın İslam ahlakına ısınmasına ve kalbinde Allah sevgisinin ve korkusunun artmasına vesile olabilirler. Bu ise, Allah Katında çok hayırlı olduğu umulan bir ameldir. Bir Kuran ayetinde şöyle bildirilmektedir:

"Allah'a çağıran, salih amelde bulunan ve: "Gerçekten ben Müslümanlardanım" diyenden daha güzel sözlü kimdir?" (Fussilet Suresi, 33)

Konuşma Üslubu Nasıl Olmalıdır?

İnsanlar yaratılışları gereği, yumuşak bir tonda, başkalarını rahatsız etmeyen, incitici olmayan, alçak gönüllü bir üslupta yapılan sohbetlerden büyük bir zevk alırlar. İki tarafın fikirleri aynı doğrultuda olmasa dahi, uzlaşmacı ve saygılı bir üslupla yapılan sohbet karşı tarafta daima olumlu bir etki uyandırır, kalbi teskin eder, kalıcı dostluklara zemin oluşturur. Yüce Rabbimiz'in Kuran ayetlerinde bildirdiği konuşma ve ahlak özellikleri samimi olarak uygulandığında ise, yapılan sohbet kalplerde çok daha güzel ve derin bir etki oluşturur.

Hikmete dayalı bu konuşma şeklini, Yüce Allah Kuran'da "Kime dilerse hikmeti ona verir; şüphesiz kendisine hikmet verilene büyük bir hayır da verilmiştir. Temiz akıl sahiplerinden başkası öğüt alıp-düşünmez." (Bakara Suresi, 269) ayeti ile haber vermiştir.

Peygamber Efendimiz (sav) de bir hadis-i şeriflerinde bu konuya şu şekilde değinmiştir:

İbn-u Ömer Radıyallahu anhümâ anlatıyor: "Resûlullah (sav) buyurdular ki: "Allah'ın zikri dışında kelamı çok yapmayın. Zira, Allah'ın zikri dışında çok kelam, kalbe kasvet (katılık) verir. fiunu bilin ki, insanların Allah'a en uzak olanı kalbi katı olanlardır."” (Tirmizi, Zühd 62, (2413). (5891)



Kuran Ahlakına Göre Sohbet Adabında Sakınılması Gerekenler



Nefsini Ön Plana Çıkartacak Konuşmalardan Kaçınmak

Pek çok sohbet ortamında insanların konuşana kulak vermemeleri, birbirlerinin sözünü dinlememeleri, aynı anda tartışır şekilde konuşmaları alışılmış davranışlardır. Özellikle televizyonlardaki bazı tartışma programlarında bunun örneklerine sıkça rastlanır. Her biri kendi dalında uzmanlaşmış kimseler bile kimi zaman nezaketten ve saygıdan tamamen uzak bir üslup sergileyebilmektedirler. Bu gibi kişiler, birbirlerinin anlattıklarından istifade etmek yerine, kibirli bir üslupla kendi sözlerini dinletip kabul ettirmeye çalışırlar.

Müslümanların ise kendilerini ön plana çıkarmak, öne geçip üste çıkmak, son sözü söylemek gibi nefsani amaçları yoktur. Bu nedenle üslupları itidalli ve sakindir. Kuran ahlakından kaynaklanan nezaket anlayışları gereği önceliği her zaman birbirlerine tanır, birbirlerinin anlattıklarından en iyi şekilde istifade etmeye çalışırlar.


Gereksiz Konuşmalardan Kaçınmak

Konuşmacı kimi zaman sırf bir konuda ne kadar derin bilgiye sahip olduğunu ortaya koyabilmek için, dinleyenlerin hiçbir şekilde işine yaramayacak pek çok gereksiz konuşma yapar. Kimi zaman da kısa birkaç cümleyle anlatabileceği bir konuyu, iki-üç saatlik bir konuşmanın içinde boğar. Bu gibi konuşmalar, karşıdaki kişinin kalbinde istenen etkiyi uyandırmadığı gibi aynı zamanda da onu sıkar. Hiç kimse böyle insanları dinlemekten hoşlanmaz.

Lafı uzatarak karşı tarafta rahatsızlık oluşturmamak, bir sohbet sırasında çok dikkat edilmesi gereken hususların başında gelmektedir. Özellikle de tek bir kişinin sözü alıp, hiç durmaksızın konuşması, diğer kişilere söz vermeyerek sohbeti tek kişilik bir konferansa dönüştürmesi, Müslümanların samimi sohbet adaplarına uymayan bir davranıştır.

Oysa iman eden bir insan, bir konuyu olabilecek en açık ve anlaşılır, en özlü, etkileyici ve karşı tarafa fayda sağlayacak bir üslup ile anlatır. Konuşmada daima hikmetin esas olduğunu bilerek hareket eder.


Dedikodudan ve Arkadan Konuşmaktan Kaçınmak

Dedikodu, arkadan konuşmak ve kaş göz hareketleriyle alay etmek de Kuran ahlakında yeri olmayan davranışlardır. Tüm bunlar Kuran ahlakından uzak insanlara ait özelliklerdir ve kişilerin konuşmalarını, tavırlarını kalitesizleştiren, basitliğe yönelten tavırlardır. Bu gibi insanlar, çevrelerindeki kişilerde gördükleri kusurları, eksiklikleri onlara uygun bir şekilde iletip bunları düzeltmelerine vesile olmaktansa arkalarından konuşmayı tercih ederler. Oysa Allah Kuran’ın “Arkadan çekiştirip duran, kaş göz hareketleriyle alay eden her kişinin vay haline” (Hümeze Suresi, 1) ayetiyle insanlara bu tarz davranışları yasaklamıştır. Tüm bunlardan sakınıp Kuran ahlakıyla hareket etmek, kişinin üslubuna ve tavırlarına üstün bir kalite kazandıracaktır.

Sohbetin Hikmetli Olması İçin Nasıl Bir Üslup Kullanılmalıdır?


Samimi Bir Üslupla Konuşmak

Samimi konuşma, kişinin içindeki samimi duygularını konuşmalarına aktarmasıdır. Samimi konuşan bir insanın en önemli özelliklerinden biri, konuşmalarına özel bir şekil vermeye çalışmadan, Allah'a sığınarak, samimi olmaya niyet ederek konuşmasıdır. İnsanlar üzerinde en etkili olan konuşma şekli de, bu konuşma tarzıdır. Çünkü insan fıtrat olarak, samimiyetten etkilenecek şekilde yaratılmıştır.

En önemlisi de samimi konuşma; insanı, inanmadığı, desteklemediği ve hatta karşı çıktığı bir fikrin dahi haklı yönlerini görmeye ve dinlediklerini tarafsız bir biçimde değerlendirmeye yöneltir. Kişiyi samimi düşünmeye ve samimi değerlendirmeye teşvik eder.


İtidalli Bir Ses Tonu Kullanmak

Sohbet esnasında yapılan bir başka önemli hata da, kullanılan ses tonudur. Bazı kişiler kendilerini haklı göstermek, karşı tarafı yıldırmak, ikna etmek veya susturup üste çıkmak için bağırmaya yakın bir ses tonu ile konuşurlar. Oysa Müslümanların ses tonu itidallidir. Allah Kuran'da bu konuyu müminlere, Hz. Lokman'ın oğluna verdiği bir öğüdü bildirerek hatırlatmıştır:

Yürüyüşünde orta bir yol tut, sesinden de (yüksek perdeleri) eksilt. Çünkü, seslerin en  çirkin olanı gerçekten eşeklerin sesidir. (Lokman Suresi, 19)

Değerli İslam alimlerimizden Mehmet Zahid Kotku da eserlerinde bu konuya şu şekilde yer vermiştir:

"Kat'iyyen sert konuşma ve çok da konuşma, yüksek sesle hele hiç konuşma, gayet mülayim ve tatlı konuşmaya dikkat et'…” (Zahit Kotku, Tasavvufi Ahlak, cilt 3, s. 66)



Ölçülü, Nezaketli ve Saygılı Bir Üslup Kullanmak

Müminler güzel ahlaklarının bir gereği olarak konuşmalarında son derece 'ölçülü ve saygılı' bir üslup kullanırlar. Karşılarındaki kişinin yaşı, kültür düzeyi, zeka ya da akıl seviyesi, zengin ya da fakir olması onların bu üslubunu değiştirmez. Rabbimiz'in Kuran'da bildirdiği "…Ve her bilgi sahibinin üstünde daha iyi bir bilen vardır." (Yusuf Suresi, 76) ayeti gereği örnek bir tevazuya sahip oldukları için, karşılarındaki kişilerin düşüncelerine değer verirler.


www.kuranahlaki.com







Varlık ve Güç Sahibi Olmak, İnsanları Helak Olmaktan Koruyamaz

Biz, bir ülkeyi helak etmek istediğimiz zaman, onun 'varlık ve güç sahibi önde gelenlerine' emrederiz, böylelikle onlar onda bozgunculuk çıkarırlar. Artık onun üzerine söz hak olur da, onu kökünden darmadağın ederiz. (İsra Suresi, 16)

Böylece Biz, her ülkenin önde gelenlerini -orada hileli- düzenler kursunlar diye- oranın suçlu-günahkarları kıldık. Oysa onlar, hileli-düzeni ancak kendilerine kurarlar da bunun şuuruna varmazlar. (En'am Suresi, 123)

Herşeyden önce bir toplumun önde gelenlerinden söz edildiği zaman o kişilerin mal varlıklarının yanı sıra, bu zenginlikleri sayesinde elde ettikleri güç de söz konusu olmaktadır. Toplumun sosyal yapısında söz sahibi olan ve bazı önemli organları da ellerinde bulunduran bu insanlar sahip oldukları fikirleri, istedikleri Kuran ahlakından uzak yaşam tarzını ve hayata bakış açılarını kolaylıkla insanlara empoze edebilirler. Bir başka yöntemleri de yine bu güçlerini kullanarak iyileri tehdit yoluyla yıldırmaya çalışmalarıdır. Allah bir ayetinde inkarcı önde gelenlerin bu özelliklerini şöyle bildirmiştir:

Sonunda Musa'ya kendi kavminin bir zürriyetinden (gençlerinden) başka -Firavun ve önde gelen çevresinin kendilerini belalara çarptırmaları korkusuyla- iman eden olmadı. Çünkü Firavun, gerçekten yeryüzünde büyüklenen bir zorba ve gerçekten ölçüyü taşıranlardandı. (Yunus Suresi, 83)

Kötülerin ittifakının baş mimarları ve bu ittifakı yönlendirenler işte bu toplumun sosyal önderleridir. Bu önderler biraraya geldiklerinde iyiler aleyhinde ittifak eder, onları yok etmenin veya etkisiz hale getirmenin planlarını kurar, kendileri ile aynı safta bulunan kimselerden yardım alırlar.

İnkarcıların önde gelenlerinin sahip oldukları güç ne kendilerine ne de çevrelerindeki insanlara fayda ya da zarar getirebilir. Tüm mülkün ve gücün sahibi, üstün ve güçlü olan Rabbimizdir. Rabbimiz dilemedikçe hiç kimse hiç kimseye ne yarar ne de zarar verebilir. Bu gerçeğe iman eden müminler ise tarih boyunca ne Firavun'un ne Nemrut'un ne de bir başka şer önderinin etkisi altında kalmamışlar ve onlara boyun eğmemişlerdir. Onlar her zaman Allah'ın hoşnutluğunu aramışlar ve yalnızca Allah'tan korkup sakınarak, kötülere asla uymamışlardır. Örneğin Kuran'da Allah Hz. Musa'nın kavminin büyük bir bölümünün Firavun'un ve önde gelenlerin eziyetinden korkarak iman etmediklerini, ancak gençlerden az sayıda kişinin Hz. Musa ile ittifak ettiğini bildirmektedir. Allah bu az sayıda kişiyi Firavun ve ordusuna karşı üstün  kılmış, Firavun ve taraftarlarını suda boğmuştur.







HAREKETLERİMİZİ YÖNLENDİREN BÖLGE 

Hayır; eğer o, (bu tutumuna) bir son vermeyecek olursa, andolsun, onu perçeminden tutup sürükleyeceğiz; o yalancı, günahkar olan alnından. (Alak Suresi, 15-16)

Yukarıdaki ayetlerde geçen "yalancı, günahkar olan alın" tanımlaması son derece dikkat çekicidir. Çünkü son yıllarda yapılan araştırmalar, kafatasının ön alın bölgesinde, beynin bazı faaliyetleri yöneten bölümünün bulunduğunu göstermiştir. 1400 yıl önce Kuran'da dikkat çekilen bu bölge ve görevi hakkındaki bilgilere günümüz bilim adamları, ancak son 60 yıl içinde açıklama getirilebilmişlerdir. Kafatasının içine, başın ön kısmına bakıldığında beynin ön alın bölgesi görülecektir. Bu bölgenin fonksiyonları hakkında fizyoloji dalında yapılan araştırmalar neticesinde elde edilen bilgiler Essentials of Anatomy and Physiology (Anatomi ve Fizyolojinin Esasları) isimli kitapta şu şekilde geçmektedir:

Hareketlerin motivasyonu, planlama öngörüşü ve başlatılması alın loblarının ön kısmı olan ön alın bölgesinde (cerebrum) gerçekleşir. Burası çağırışım (birlik) korteksinin bir bölgesidir…(1)

Kitapta bu bölge ile ilgili ayrıca şu ifadeler yer almaktadır:

Hareketle olan ilgisiyle beraber, ön alın bölgesinin aynı zamanda saldırganlığın da fonksiyonel merkezi olduğu düşünülmektedir…(2)

Bu açıklamalardan da anlaşıldığı gibi, beynin ön alın bölgesi, planlama, motivasyon ve iyi veya kötü hareketlerin başlatılması, yalan veya doğrunun söylenmesi ile ilgili faaliyetlerin tümünü yürütmektedir.

Görüldüğü gibi Alak Suresi'nde geçen "yalancı günahkar olan alın" ifadesi ile yukarıdaki tanımlama büyük bir paralellik göstermektedir. Bilim adamlarının son altmış yıl içinde keşfettikleri bu gibi bilimsel gerçekleri Allah, Kuran ayetlerinde asırlar önce  insanlara haber vermektedir.


1.    Rod R. Seeley, Trent D. Stephens, Philip Tate, Essentials of Anatomy & Physiology, 2. baskı, Mosby-Year Book Inc., St. Louis, 1996, s. 211; Charles R. Noback, N. L. Strominger, R. J. Demarest, The Human Nervous System, Introduction and Review, 4. baskı, Lea & Febiger, Philadelphia, 1991, ss. 410-411. 

2.    Rod R. Seeley, Trent D. Stephens, Philip Tate, Essentials of Anatomy & Physiology, 2. baskı, Mosby-Year Book Inc., St. Louis, 1996, s. 211.






Mide İlaçlarını Kendileri Üreten Timsahlar

 
Timsahlar kendi vücut ağırlıklarının %23 kadarını oluşturabilecek miktarda yiyecek tüketebilirler. Bu, 58 kiloluk bir insanın bir öğünde 13 kilo yemek yemesine denktir. Bir anda çok fazla miktarda gıda alan bir timsahın, bu yiyeceği mümkün olduğu kadar çabuk sindirmesi gereklidir. Çünkü yiyecekleri sindirme işlemi sırasında, sıcak bir yere çekilerek hareketsiz kalırlar. Bu işlemin uzun sürmesi durumunda özellikle genç timsahlar başka vahşi canlılar için kolay av haline gelirler. Bu nedenle, timsahlar için sindirim sistemlerinin hızlı çalışması hayati önem taşımaktadır. Nitekim yedikleri büyük miktardaki yiyeceklere rağmen bunu başarırlar.
 
Timsahların Yiyecekleri Hızlı Sindirebilmelerinin Sırrı

Timsahların bu zorlu sindirim işlemini kısa sürede nasıl gerçekleştirdiklerini araştıran Utah Üniversitesi’nden bir grup araştırmacı, timsahların beslendikten sonra kenara çekilip hareketsiz durmaları sırasında vücutlarında mükemmel işlemlerin gerçekleştiğini ve sindirim için kan akışının yönünü değiştirdiklerini belirlemişlerdir. Yaptıkları araştırmaya göre; timsahlar vücutlarından atılacak olan karbondioksiti sindirimi hızlandırmak için kullanıyor ve bu amaçla da akciğerlerine giden kanın yönünü değiştiriyorlardı.

Normal koşullarda timsahların dolaşım sistemi memeli hayvanlara çok benzer. Bu canlılarda olduğu gibi, kalplerinin sol tarafında bulunan sol kulakçık ve sol karıncık, temiz kan ile ilgilidir ve gelen temiz kanı organlarla dokulara ulaştırır. Kalplerinin sağ tarafında yer alan sağ karıncık ve sağ kulakçık ise kirli kanı temizlenmek üzere akciğerlere ulaştırır. işte timsahlar sindirim işlemi sırasında akciğerlerinden geçen ve sol aort denilen damardaki kanın akış yönünü değiştirirler.

Timsahlar Sindirimi Hızlandırmak için Kanın Akış Yönünü Nasıl Değiştirirler?

insanların, memelilerin ve kuşların damarlarının timsahlarda olduğu gibi özel bir akış sistemi yoktur. Sol aort damarı, timsahlar dışındaki diğer canlılarda karbondioksiti taşıyan kirli kanın kalbin sağ tarafından pompalanarak akciğerlere ulaşmasını ve buradan karbondioksit alarak akciğerlerden dışarı atılmasını sağlar. Timsahlar ise, onlara Yüce Allah’ın bahşettiği özel bir nimet olarak sol aort damarını istedikleri biçimde  kullanabilirler. Yemekleri sindirirken kanın normal akış yönünü değiştirerek karbondioksit açısından zengin olan kanı midelerine gönderirler. Çünkü salgı bezlerinin sindirim için mide asidi ve bikarbonat salgılamaları esnasında karbondioksite ihtiyacı vardır. Bu şekilde (kan akışının değişimiyle) timsah, memelilerde üretilen mide asidinin 10 kat fazlasını salgılar. Günümüzde sindirim ilacı olarak kullanılan bazı mide haplarının ve sodaların içeriğinde karbon bulunduğu dikkate alınırsa, timsahın karbondioksiti karnına göndererek sindirim için gerekli mide asidi ve bikarbonat üretimini hızlandırmasının üstün akıl sahibi olan Rabbimiz’in yaratış sanatının eserlerinden biri olduğu daha net olarak anlaşılabilir. Yüce Allah üstün aklını ve yaratma sanatındaki kusursuzluğunu bir Kuran ayetinde şöyle haber vermiştir:  

“O Allah ki, yaratandır, (en güzel bir biçimde) kusursuzca var edendir, 'şekil ve suret' verendir. En güzel isimler   O'nundur. Göklerde ve yerde olanların tümü O'nu tesbih etmektedir.  O, Aziz, Hakimdir.”  (Haşr Suresi, 24)
 
Timsahlardaki Özel Sindirim Sisteminin Ardındaki Yaratılış Mucizeleri



Timsahların bu kusursuz sindirim sistemi, Yüce Allah’ın her canlı türünü o canlı türünün ihtiyaçlarına yönelik olarak yarattığının en güzel kanıtlarından biridir. Nitekim bu timsahlar, kanlarını akciğerlerine ulaşmadan doğrudan midelerine gönderebilme özelliğine sahip olmasalardı asit salgılama oranları düşer, avladıkları canlıların kemiklerini sindirmeleri mümkün olmaz ve bu da beslenme alışkanlıklarının bozulmasına belki de timsah türlerinin soylarının tükenmesine neden olurdu.


Timsahların bu özel sindirim sistemine sahip olmasının bir diğer nedeni, avlanma teknikleri ile ilgilidir. Çünkü timsah avlanırken oldukça büyük bir güç uygulaması gerekir. işte bu hareket, kaslarında yüksek miktarda laktik asit üremesine neden olur. Bu asitli kanın akciğerlere uğramadan doğrudan mideye ulaşması ile, asit hızlı bir şekilde kandan dışarı atılmış olur. Bu işlem ile timsah iki türlü avantaj yakalar: ilk olarak laktik asidin kaslarda yorgunluk oluşturacak olan etkisini uzaklaştırır. ikinci olarak da sindirim için gerekli olan asitlerin daha fazla  salgılanmasını sağlar.


Sindirim sisteminin sağladığı bir diğer avantaj, genç bireyler üzerinde gerçekleşir. Yumurtadan yeni çıkan timsah yavrularının %50’si, diğer vahşi avcı hayvanlar tarafından kolaylıkla avlanırlar. Bu nedenle hayatta kalanların hızlı bir biçimde büyüyerek av olma riskinden kurtulmaları gerekir. işte bu amaçla, Yüce Allah kendi içinde birbirini tamamlayan bir sistem yaratmıştır. Bu sistemdeki kurallardan birinin evrimcilerin iddia ettiği gibi eksik veya sonradan oluşması gibi bir durum asla söz konusu değildir. Bilindiği gibi timsahlar, soğuk kanlı hayvanlardır ve ısınmak için güneş banyosu yaparlar. işte bu ısınma işlemi sırasında mideleri daha çok asit salgılar. Asit salgıları gıdaların daha hızlı sindirilmesini, timsahın daha çabuk acıkmasını ve daha sık beslenmesini tetikler, daha fazla beslenme ise yavru timsahların daha hızlı büyümelerini sağlar. 

Timsahların sahip olduğu bu kendine özgü sindirim sistemi ve avlanma yöntemi de, Yüce Allah’ın üstün yaratma sanatına ve Rezzak (rızık veren) sıfatının tecellilerine örnek oluşturan özelliklerden sadece birkaçıdır. Bir Kuran ayetinde Rabbimiz rızkı verenin Kendisi olduğunu şöyle bildirir:

“Kendi rızkını taşıyamayan nice canlı vardır ki onu ve sizi Allah rızıklandırır. O, işitendir, bilendir.” (Ankebut Suresi, 60)

Kaynaklar:
-http://www.sciencedaily.com/releases/2008/02/080204133135.htm “Gotta  Have Heart: Crocodilians Bypass Their Lungs To Improve Digestion” ScienceDaily (Feb. 4, 2008)
- C.G., T.J. Uriona, et al. "The Right-to-Left Shunt of Crocodilians Serves Digestion," Physiological and Biochemical Zoology 81:2.






www.hayvanlaralemi.net









Kabe Baskını ve Kabe'de Kan Akıtılması

Onun çıkacağı yıl, insanlar hacca, başlarında bir emir bulunmadan gidecekler... Hep birlikte Beyt-i Şerif'i tavaf edecekler, sonra Mina'ya indiklerinde, köpekler gibi birbirine saldıracak, hacılar soyulacak, kanlar Akabe Cemresinin üzerine akacak.
(Kıyamet Alametleri, s. 168-169)
İnsanlar başlarında bir imam bulunmaksızın hac ederler. Mina'ya indiklerinde etrafları, köpeklerin sarışı gibi sarılıp, kabilelerin birbirine girmesi ile büyük savaşlar olur. Öyle ki ayaklar kan gölü içinde kalır. (Kitab-ül Burhan Fi Alameti-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s. 35)





Yukarıdaki hadislerde "onun çıkacağı yıl" cümlesi ile, Hz. Mehdi'nin çıkış tarihinde Hac sırasında meydana gelecek bir katliama dikkat çekilmektedir. 1979 yılında, Hac sırasında gerçekleşen Kabe baskınında aynen böyle bir katliam yaşanmıştır. Bu kanlı Kabe baskını da ahir zamanın başlangıcının ve Hz. Mehdi'nin çıkışının diğer alametlerinin gerçekleştiği dönemin tam başında yani Hicri 1400 yılının ilk gününde, 1 Muharrem 1400 (21 Kasım 1979) tarihinde meydana gelmiştir.

Yine hadis-i şerifte kanların akacağından bahsedilerek öldürme olaylarına dikkat çekilmiştir. Baskın sırasında Suudi askerleri ile militanlar arasında meydana gelen çarpışmada 30 kişinin öldürülmesi bu rivayetin kalan kısmını da doğrular.

1979 (Hicri 1400)'de gerçekleşen bu Kabe baskınının ardından 7 sene sonra Hicri 1407 yılında, Hac sırasında çok daha büyük kanlı bir olay meydana gelmiştir. Bu olayda caddelerde gösteri yapan hacılara saldırılarak 402 kişi katledilmiş, çok fazla kan akıtılmıştır. Beyt-ül Muazzama'nın yanında, Müslümanların (Suudi Arabistan askerleri ile İran'lı Hacıların) birbirlerini öldürmeleri ile bir hadiste haber verildiği gibi "büyük günahlar işlenmiştir". Bu kanlı olaylar ilgili hadislerde tarif edilen ortamla çok büyük benzerlikler taşımaktadır:

Resulullah buyurdu: Ramazan'da bir seda, Şevval'de bir ses, Zilkade'de kabileler arasında savaş olur. Hacılar talana uğrar. Mina'da ölülerin çok olacağı bir savaş olur, öyle ki orada taşları kan gölü içinde bırakacak kadar kan akar. (Kitab-ül Burhan Fi Alameti-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s. 31)
Ramazan'da bir seda olur. Şevval'de de bir seda olur. Zilkade'de kabileler birbiriyle çarpışır. Zilhicce'de hacılar talana uğrar. Muharrem'de gökten şöyle nida olur. "Dikkat ediniz. Filan kimse Allah'ın halkının hayırlılarındandır. Onu dinleyiniz ve ona uyunuz." (Ramuz El Hadis, 2/518-5)
Şevval ayında ayaklanma, Zilkade'de harb konuşmaları, Zilhicce'de ise harb vaki olacak. Hacılar soyulacak, kanları (Cemretül Akabe) üzerine akacak. (Kıyamet Alametleri, s. 166)

Zilkade ayında kabileler savaşır, hacılar kaçırılır, melhameler (kanlı harpler) olur. (Kitab-ül Burhan Fi Alameti-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s. 34)

Şevval'de savaş naraları, Zilhicce'de harb ve kıtal (muharebe, kavga) olur, yine Zilhicce'de Hacı talana uğrar, hatta caddeler kandan geçilmez ve haramlar çiğnenir. Beyt-ül Muazzama'ın yanında büyük günahlar işlenir. (Kitab-ül Burhan Fi Alameti-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s. 37)
 
1979 yılında gerçekleşen Kabe baskınında bir katliam yaşanmıştır. Bu olayın ahir zaman alametlerinin ardı ardına çıktığı dönemin tam başında yani Hicri 1400 yılının ilk gününde meydana gelmesi dikkat çekicidir. Bundan 7 sene sonra Hac sırasında çok daha büyük kanlı bir olay meydana gelmiştir. Bu kanlı olaylar, hadislerde tarif edilen ortamla çok büyük benzerlikler taşımaktadır.






(sol üst resim) Türkiye Gazetesi, 21 Kasım 1979
(sol alt resim) Türkiye Gazetesi, 2 Ağustos 1987


Hadislerde geçen ifadeleri incelediğimizde de aynı dönemle ilgili önemli olaylara işaretler bulunduğu görülecektir:

Beyt-ül Muazzama'nın yanında büyük günahlar işlenir.

Yukarıdaki hadiste, Beyt-ül Muazzama'nın (Kabe'nin) içinde değil, yanında çıkacak olaylara dikkat çekilmektedir. 1407 yılının Zilhicce Ayı'nda (Hac mevsiminde) meydana gelen olaylar da ilkinden farklı olarak Kabe'nin içinde değil yanında gerçekleşmiştir. En başta anlattığımız olay ise 1 Muharrem 1400'de Beyt-ül Muazzama'nın (Kabe'nin) bizzat içerisinde olmuştur. Her iki olay da rivayetlerin işaretine uygun bir şekilde gerçekleşmiştir.

Kabe'de kan akıtılması, hacıların katledilmesi gibi, hadislerde haber verilen böyle önemli iki büyük hadisenin Hz. Mehdi hakkında bildirilen tüm alametlerin çıktığı dönemde birbiri ardına gerçekleşmesinin bir rastlantı olamayacağı açıktır.

... Zilhicce'de harb ve kıtal (muharebe, kavga) olur.

Hadislerde, bu savaş ve çatışmalardan, hacıların öldürülmesi konusu ile birlikte bahsedilmesi söz konusu olayların aynı zaman diliminde meydana geleceklerini göstermektedir. Aynı dönem, İran-Irak Savaşı'nın çıktığı, Ortadoğu ülkelerinde çatışma ve karışıklıkların en yoğun yaşandığı bir dönemdi.



 




Şeytanın Bir Silahı Romantizm

Tarih boyunca insanlara ve toplumlara sayısız acı ve bela getiren sinsi bir tehlike vardır...

Bu tehlike, insanları tutkular, zaaflar ve inatlarla yaşamaya yöneltir. Bazen bir faşistin sıkılmış yumruğunda, komünistin söylediği bir marşta, bazen de genç bir erkeğin sevdiği kıza yazdığı aşk mektubunda ortaya çıkar. Bu tehlikenin adı: Romantizmdir.

Romantizm inançsız insanlara ve toplumlara ait bir özelliktir. Şeytanın insanlığı Allah’ın yolundan çıkarmak için kullandığı bir silahtır. Akıl yerine duygulara göre yaşatır. Aklını kullanamayanlar ise, Allah’ın benzersiz ve mükemmel yaratış delillerini düşünemezler.

Sad Suresi’nde buyrulduğu gibi; Allah insanlara Kuran’ı , "ayetlerini, iyiden iyiye düşünsünler ve temiz akıl sahipleri öğüt alsınlar diye" (Sad Suresi, 29) indirmiştir.

İnsanı akıldan uzaklaştıran Romantizm, aynı zamanda dinden de uzaklaştırmış olur.

Bu filmde, romantizmin yakın tarihte ve günlük hayatta ne büyük sorunlara yol açtığını inceleyeceğiz. Kuran‘ın rehberliği ile bu tehlikeden uzaklaşmanın ne kadar kolay olacağını göreceksiniz.


















MÜREKKEP BALIĞI


YAŞ:                95 milyon yıllık

DÖNEM:            Kretase

BULUNDUĞU YER:
    Hjoula, Lübnan















Coleoidea alt sınıfına dahil olan mürekkep balıkları, sekiz veya on kollu olan yumuşakçalardır. Evrimciler, diğer canlılarda olduğu gibi, yumuşakçaların da sözde ortak bir atadan meydana geldiğini öne sürer, ancak bu tezlerini bilimsel bulgularla destekleyemezler. Bu gerçeği yerli evrimcilerden Ali Demirsoy şu şekilde itiraf etmektedir:

"Konunun başında, varsayılan bir yumuşakça atası düşündük ve ondan türeyen bu sınıfları türeyiş basamaklarına göre vermeye çalıştık.... yine ortak bir atada bütün sınıfları birleştirmek olanağını kuşkusuz bulamadık... Özünde tam bir yumuşakça atası tarif etmek, bugünkü bilgiler ışığında biraz olanaksız görülmektedir." (Ali Demirsoy, Yaşamın Temel Kuralları, Cilt II, Kısım I, s. 623-624)


YAŞAYAN ÖRNEĞİ












www.denizlerdesanat.com

Sahip olduğu suyla dünya, uzay çölünün ortasında bir vaha gibidir. Yeryüzündeki hayat yalnızca karada gördüklerimizden ibaret değildir. Gözlerden uzak zengin bir denizaltı yaşamı vardır.

Okyanuslar, her biri kendine özgü yaratılışlarıyla, birbirinden farklı deniz canlılarını barındırır. Öyle ki, denizlerdeki sayıları milyonlarla ifade edilen tür sayısı, yeni keşfedilenlerle her gün biraz daha artmaktadır.

Bu sitede, okyanuslarda süren yaşamı ve birbirinden ilginç deniz canlılarını yakından tanıyacak, Yüce Allah'ın benzersiz yaratma sanatına ilk defa izleyeceğiniz örneklerle şahit olacaksınız.










Masaüstü Görünümü